YARATILISATLASI.COMhttp://yaratilisatlasi.comyaratilisatlasi.com - HD Belgeseller - Son EklenenlertrCopyright (C) 1994 yaratilisatlasi.com 1YARATILISATLASI.COMhttp://yaratilisatlasi.comhttp://harunyahya.com/assets/images/hy_muhur.png11666Fakirlik Lobisi ve Velayet Sistemihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/275621/fakirlik-lobisi-ve-velayet-sistemihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/275621/fakirlik-lobisi-ve-velayet-sistemiThu, 05 Jul 2018 02:39:32 +0300Çocuklar için Yaratılış Gerçeği - 1 - (Pamuk ve Meraklı)http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273702/cocuklar-icin-yaratilis-gercegi-http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273702/cocuklar-icin-yaratilis-gercegi-Thu, 10 May 2018 01:01:43 +0300Putperest bir İnanç: Evrimhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273699/putperest-bir-inanc-evrimhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273699/putperest-bir-inanc-evrimWed, 09 May 2018 22:39:35 +0300Geçmiş Medeniyetlerin Hayranlık Uyundıran İzlerihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273698/gecmis-medeniyetlerin-hayranlik-uyundiran-izlerihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/273698/gecmis-medeniyetlerin-hayranlik-uyundiran-izleriWed, 09 May 2018 22:25:02 +0300İmtihanın Sırrı - II -http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/272191/imtihanin-sirri---iihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/272191/imtihanin-sirri---iiThu, 22 Mar 2018 20:35:29 +0200Dünyanın en kalabalık nüfusu: Böceklerhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/269696/dunyanin-en-kalabalik-nufusu-boceklerhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/269696/dunyanin-en-kalabalik-nufusu-boceklerFri, 26 Jan 2018 11:42:46 +0200Olağanüstü Beyinhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/269528/olaganustu-beyinhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/269528/olaganustu-beyinWed, 24 Jan 2018 15:00:43 +0200Yuval Noah Harari'nin Sapiens Kitabındaki bazı iddialara cevaplarSapiens Kitabı ve Yuval Noah Harari’nin Evrimci Tarih Yanılgısı

2012 yılında satışa sunulan ve ilk Türkçe baskısı 2015’te yapılan “Sapiens” kitabı, “İnsan türünün kısa bir tarihini anlattığı” iddiasıyla ortaya çıktı.

Ateist altyapıya sahip pek çok bilimsel ve felsefi yayında olduğu gibi, bu kitap da sözde evrimsel süreçle insanın tarihini anlatmaya başlıyor. Kitabın adı olarak seçilen “Sapiens” kelimesi de, insanın tarihsel, politik ve sosyal yönünü vurgulamak yerine, evrim iddialarını öne çıkarmak için bilinçli olarak seçilmiş. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Harari’nin yazdığı bu kitabın, bir tarih kitabı olmadığı çok açık. Kitapta insanın sözde evrimsel gelişimi ve devamında sosyal Darwinizm’in anlatıldığı bir ateist ideoloji propagandası hakim.

Kitap akademik yönden insanlık tarihini anlattığı iddiasında ancak başından sonuna  kadar kitabın her cümlesinde Darwinist düşüncenin izleri görülüyor. Üstelik kitapta Darwinizm, bilimsel kanıtlar sunulmadan bir ön kabul olarak okuyucuya sunuluyor. Bu ön kabul üzerine inşa edilen sözde insanlık tarihinin gelişimi, adeta bir masal havasında canlandırılıyor. Bu sebeple KİTAP, TARİH KİTABI ÖZELLİĞİ İÇERMEDİĞİ GİBİ, BİLİMSEL TEK BİR KANITI OLMAYAN SÖZDE EVRİMCİ MANTIĞA DAYANDIĞI İÇİN BİYOLOJİ AÇISINDAN DA BİLİMSEL BİR DEĞER TAŞIMIYOR. Yazarın ateist düşünce yapısı ile yazdığı kitap felsefe kitabı olmaktan öte değil.

Kitabın tek olumlu yanı, “Darwinist düşünce topluma hakim olsa dünyanın nasıl bir kargaşa içine düşeceği” gerçeğine yer vermesi. Darwinist düşüncenin bir sonucu olan vahşi kapitalizm, faşizm ve komünizmin yol açtığı bozuk sosyal yapının mutsuzluk getireceği kitapta açıklanıyor açıklanmasına ancak bu soruna herhangi bir çözüm önerisi sunulmuyor.

Kitap tarihi bilgilerden çok evrimci felsefe üzerine bina edildiğinden, içinde geçen sözde evrimsel yorumlara cevap vermek son derece önemlidir. İnsanın evrimle değil Allah’ın yaratması ile var olduğunun açıkça ortaya konması, kitabın tüm felsefesini çökertecektir. DÜNYAYI ETKİSİ ALTINA ALMIŞ OLAN MUTSUZ VE ÇARPIK DÜZENDEN KURTULMANIN TEK YOLUNUN ALLAH İNANCININ dünyaya hakim kılınması ile mümkün olabileceği de bir kere daha hatırlatılmış olacaktır.

YUVAL NOAH HARARI’NİN SAPIENS KİTABINDAKİ BAZI İDDİALARA CEVAP 1

 “6 Milyon Yıl Önce Yaşamış Ortak Ata” İddiası

Evrimci mantıkta, “insanın diğer hayvanlardan farklı olmadığı” telkini yapılır ve “insanın hayvanlarla ortak ataya sahip olduğu” masalı empoze edilir. Harari de bu iddiayı kitabının ilk sayfalarında masalsı bir üslupla vermiştir:

“Sevelim ya da sevmeyelim büyük maymunlar adı verilen gürültücü ve büyük bir grubun üyesiyiz... Yalnızca 6 milyon yıl önce tek bir dişi maymunun iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeri de bizim büyükannemiz oldu.” (Yuval Noah Harari. Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi. Kolektif kitap, 2015, sayfa 19)

Hikaye tarzı bir anlatımla, bilimsellikten son derece uzak şekilde ortaya atılan bu iddia, bir delil olmaksızın evrimci ön kabul ile yazılmıştır. Öncelikle günümüze kadar, Darwinistlerin bu iddiasını kanıtlayacak tek bir ara fosil daha bulunamamıştır. Bulunması da imkansızdır, keza şu ana kadar elde edilen 700 milyondan fazla fosil, hiç değişmemiş, dolayısıyla evrim geçirmemiş canlılara aittir. “Ortak ata” iddialarını kanıtlayacak, bilimsel hiç bir delilleri olmayan evrimcilerin bu batıl inançlarının kaynağı, “Homoloji” olarak isimlendirilen farklı canlı türlerinde bulunan benzer fiziksel özelliklerdir. Evrimcilere göre maymunların da bizim gibi ellere sahip olmalarının nedeni, sözde "evrimsel akrabamız" olmalarıdır.

Evrimciler, birbirine benzer gördükleri canlıları, birbirinin atası veya ortak bir atadan gelen akrabalar olarak göstermeye çalışırlar. Bilimsel delillerle desteklenmeyen bu iddia ancak batıl bir inanç olarak değerlendirilebilir. Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Evrimcilerin homoloji konusundaki iddialarının ciddiye alınabilmesi için benzer organların benzer DNA şifreleri tarafından kodlanmış olması gerekirdi, oysa benzer organlar çoğunlukla çok farklı genetik kodlar tarafından belirlenir. Farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karşılık gelir.   Bundan başka ortak  ata iddiasının geçerli olabilmesi için evrimin sözde mekanizması, ortaklıktan çeşitlenmeye (divergent) doğru gitmelidir. Halbuki evrimcilerin kendi yaptıkları evrim ağacı senaryolarında bile aralarında akrabalık bağı kuramadıkları canlıların benzer özellikler gösterdiği görülmüştür. Bu da evrimin divergent olması gerektiği mantığına tamamen terstir. Bütün teorileri çıkmaza giren evrimciler bu noktada farklı bir hipotez hayali daha kurarak adına “convergent (çeşitlilikten ortaklığa) evrim” derler. İşte bu, evrim mantığının iflas ettiği noktadır. Richard Dawkins gözün 40 ayrı kez evrimleştiğini iddia eder ki bunun mantıksızlığı herkesin malumudur. Bir organ tesadüflere dayalı olarak 40 kere evrimleşerek aynı noktaya ulaşamaz. Bu ancak bilinçli bir üst aklın yaratması ile mümkündür. 

Canlılardaki benzerliklerden yola çıkarak teorilerini kanıtlamaya çalışan evrimciler için büyük sorunlardan biri de tamamen farklı gen yapısından aynı fiziksel özelliğin ortaya çıkmasıdır. Örneğin kamuflaj ustası bir çok canlı, üzerinde yaşadığı ortamın yapısına mükemmel derecede uyum gösterir. Burada gördüğünüz böcek türlerinin hiç birinin genetik dizilimleri, üzerinde bulunduğu bitkinin genetik dizilimleri ile benzerlik göstermez. Farklı gen yapısından böylesine birebir aynılıkta fiziksel özelliklerin ortaya çıkabilmesi elbette ki hayranlık uyandırıcıdır. Hem bitkinin hem de böceğin gen yapısına hakim üstün bir Yaratıcı olmadan böyle bir sanatsal harikanın ortaya çıkması mümkün değildir. Kamuflaj özelliği gösteren bu canlılar homoloji temelli ortak ata iddiasında olan evrimcilerin hipotezlerini de çürütür.

Homolojiye dayalı bir evrim mantığı kurmak ancak teknolojinin yetersiz olduğu ve genetik bilginin varlığının hiç bilinmediği Lamarck ya da Darwin zamanlarında ortaya atılabilecek bir hipotezdir. DNA, RNA ve proteinin yapılarının ince ayrıntılarının bilindiği, canlı varlıkların gelişiminin çok hassas dengelerle ilerlediğinin ortaya konduğu günümüz yüksek bilim seviyesinde, böyle bir iddianın sürdürülmesi ancak eski evrim inançlarının inatla devam ettirilmesi şeklinde yorumlanabilir.

Yuval Noah Harari’nin Sapiens Kitabındaki bazı iddialara cevap 2

Yuval Noah Harari’nin Sapiens Kitabındaki “100 bin yıl önce 6 farklı insan türü yaşadığı” iddiasına cevap

Klasik Darwinist düşüncenin sözde evrimleştirici olarak ortaya attıkları mekanizmalardan biri bildiğimiz gibi doğal seleksiyondur. Doğal seleksiyonun işleyebilmesi de toplumda çeşitlilik olmasını gerektirir. Toplum yapısının çeşitli olmadığı bir ortamda doğal seleksiyonun “güçlü olanın ayakta kalması” iddiasının işlemeyeceği düşünüldüğü için, evrimcilerin hep bir çeşitlilik ve genetik farklılık üretme çabaları vardır. Bu çabaların yürütüldüğü ortam da, genelde spekülasyona açık ve yalanlanmasının da zor olduğunu düşündükleri geçmişe ait fosil bulgularında kendine yer bulur. İnsanın tarihte ortaya çıkışı konusu da spekülasyon yapılan konulardan biridir. Evrimin ortaya atılmasından günümüze kadar geçen sürede, insana ve maymun türlerine ait fosil kayıtları üzerinde bir çok gerçeği yansıtmayan spekülasyon, hatta sahtekarlıklar yapılarak, sözde insansı, ara form veya yeni insan türü iddiaları ortaya atılmıştır. Harari de kitabın başlangıcında 100 bin yıl önce 6 farklı insan türünün aynı anda yaşadığını ve H. Sapiensin diğerlerine üstün gelerek dünya üzerinde tek insan türü olarak kaldığını iddia etmiştir. Farklı türler olduğu iddia edilen insanlar H. Neanderthalensis, H. Erectus, H. Soloensis, H. Floresiensis, H. Denisova ve H. Sapienstir ve farklı insan ırklarıdır. Nasıl ki günümüzde Eskimolar, Çinliler, Türkler gibi farklı insan ırkları varsa aynı şekilde o dönemde de farklı ırklar olmuştur. O dönemdeki insan ırklarının özellikleri de şunlardır:

Neandertaller:

Avrupa ve Asya’da M.Ö. 200 bin ile 30 bin yıllarında yaşamış iri ve güçlü bir insan ırkıdır. İlk fosilleri bulunduğunda “dik yürüyemeyen ara bir tür” olarak yansıtılmasına rağmen bu iddianın yanlış olduğu sonradan kanıtlanmıştır. Ara tür olduğu, insanın atası olduğu iddiaları tutmayınca, bu sefer de -Harari’nin de iddia ettiği gibi- Sapiens’le aynı zamanda yaşamış ama Sapiens tarafından ortadan kaldırılmış bir tür olduğu iddiaları ortaya atıldı. Sırf anatomik farklılıkların canlının başka bir tür olduğunu kanıtlamaya yetmeyeceğinin bilincinde olan evrimci çevreler son yaptıkları sözde bilimsel delillerine genetik çalışmaları da eklediler. Sözde modern insan %1-4 Neandertal geni taşıyordu yani ortadan kaldırılmış değil karışmışlardı. Halbuki bu iddia tam anlamıyla mantıksızdır:

100 bin yıl önceye ait bir DNA’nın, sağlam olarak bulunup, diğer canlılardan ve mikroorganizmalardan ayrıştırılması ve doğru gen dizilimini saptamak imkansızdır. İnsanın maymunla %95-98 benzer genetik yapıya sahip olduğu iddia edilirken, Neandertalle sadece %1-4 gen paylaşımı iddia etmek de başka bir akıl tutulmasıdır. Sapiens de Neandertal de aynı türün farklı ırklarını oluşturmaktadırlar; sözde bilimsel dergi ve laboratuvarlarda farklı tür oluşturma girişimleri, evrimci iddiaları kanıtlama yönündeki nafile çalışmalardır.

Homo Soloensis:

Yüz bölgesi eksik 12 kafatasından meydana gelen Kenya’da bulunmuş fosil kalıntılarıdır. Soloensis kafataslarının ne olduğuna evrimciler bir türlü karar verememişler ve sonuçta kafatasları kaplan(!), Neandertal Adamı ve en sonunda “modern insan” olarak tanımlanmıştır. Solo kafataslarına verilen isimler de evrimcilerin nasıl bir durumda olduklarını göstermesi bakımından manidardır. Bu kafatasları şu isimle isimlendirilmişlerdir: Homo (Javanthropus) soloensis. Homo soloensis, Homo primigenius asiaticus, Homo neanderthalensis soloensis, Homo sapiens soloensis, Homo erectus erectus, Homo erectus , ve en son olarak Homo sapiens.

Bu da insanın hayali evrimi senaryosunu inceleyen antropolojinin güvenilirlikten ne kadar uzak olduğuna dair açık bir işaret oluşturmaktadır.

Homo Floresiensis:

Endonezya’nın Flores adasında bulunan 18 bin yaşında 8-12 insana ait kalıntılardan oluşan fosillerden bir tanesi olan H. Floresiensis ise, 1 metre boya ve 380cc beyin hacmine sahipti; çene ve bilek anatomisinde "normal" Homo sapiens'ten farklı özellikler ortaya koyuyordu. Evrimciler bunları maymunsu özellikler olarak çarpıtmış ve kalıntıları insanın sözde evriminde Homo sapiens'ten ayrı bir tür olarak tanımlamışlardı. Oysa sonra yapılan çalışmalarda, bu bireyin “Kretinizm” denen tiroid hormonu eksikliği ile oluşan ve fiziksel ve zihinsel gelişimi önemli ölçüde etkileyen bir hastalığa sahip olduğu bulunmuştur. Yani H. Floresiensis, ayrı bir tür değil, hastalığı olan bir insandır.

Denisova:

Bu fosiller arasında en son ortaya atılanıdır. Aslında ortada bir fosilin varlığından da söz edilemez. Bulunan sadece 0.5cm’lik bir parmak kemiği parçası ve iki dişten ibarettir. Evrimciler bu küçük fosil parçacıklarından insanlık tarihini ve gen transferini yeniden yazmaya kalkmışlardır. Denisova da yine Neandertal gibi sözde genetik çalışmalarla desteklenmeye çalışılmıştır. Halbuki bu durumda da farklı bir insan türünün varlığını destekleyecek hiç bir kanıt yoktur.

Görüldüğü gibi, Harari’nin 6 farklı tür iddiası bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu insan fosillerinin bir kısmı hastalıklı, bir kısmı sahte türetilmiş fosillerden, bir kısmı da fiziksel farklılıklar gösteren bireylerden oluşmaktadır. Günümüzde nasıl insan ırkları fiziksel olarak birbirinden farklı özellikler sergiliyorlarsa, bundan 100 bin yıl önce de fiziksel olarak farklılıklar göstermişlerdir. Bu onların farklı fenotipe sahip bireyler olduklarının delilidir. İnsan ilk yaratıldığı andan günümüze kadar geçen zamanda hep tek bir tür olarak var olmuştur.

Yuval Noah Harari’nin Sapiens Kitabındaki bazı iddialara cevap 3

Büyük beyin, yüksek zeka yanılgısı

Evrimcilerin farklı türleri birbirlerinin atası gibi gösterme çabalarında dayandıkları temel noktalardan biri, beyin hacmidir. İddiaya göre zamanla beyin hacmi büyüdükçe, zeka artmış ve günümüz insanında en üst noktaya ulaşmıştır.

Evrimcilere bu kadar serbest bir şekilde gerçek dışı senaryo yazma imkanı veren etken ise, özellikle de fosil alanında, bu konudaki delillerin azlığıdır. Beyin yumuşak bir dokudur. Yumuşak dokular bazı özel şartlar dışında daha zor fosilleşirler. Bu yüzden insan beyninin yapısına dair hiçbir fosil kaydı yoktur. Harari de temelsiz bu iddiayı dayanak noktalarından biri yapmıştır. Harari’nin kitabındaki hikayevari anlatımlar şöyledir:

“En erken erkek ve kadının 2.5 milyon yıl önce beyinleri yaklaşık 600 cm3’tü. Modern sapiensin ortalama beyni ise 1200-1400 cm3’tür. Neandertal beyni ise daha büyüktü.” (Yuval Noah Harari. Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi. Kolektif kitap, 2015, sayfa 22)

Oysa 600 cm3 beyne sahip ilk insan olarak ortaya atılan Homo habilis, Australopithecus ismi verilen maymun sınıfına dahildir. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahiptir. El ve ayak parmakları tırmanmaya uyumludur. Kısacası bazı evrimciler tarafından ayrı bir tür olarak gösterilen Homo habilis, gerçekte tüm diğer Australopithecuslar gibi bir maymun türüdür.

Neandertal beyninin 1600 cm3 olduğu düşünüldüğünde, günümüz insanından daha geri bir tür olarak gösterilmeye çalışılması, beyin hacmine dayalı bu iddianın da çökmesi anlamına gelir. Halbuki Neandertaller sadece iri bir insan ırkıdır. Bugün yaşayan ortalama kadın beyni 1200cm3, erkek beyni ise 1400cm3 hacme sahiptir. İnsan beyin boyutlarının arasında farklılıklar olması büyüme faktörleri ve hormonal farklılıklara bağlı fenotip değişiklikleri ile oluşur. Yapılan çalışmalarda erkek ve kadın beyin hacimleri arasındaki değişkenliklere rağmen IQ ve fonksiyon açısından hiçbir fark tespit edilememiştir. Bunun yanında aynı beyin hacmine sahip insanların IQ seviyeleri arasındaki büyük farklar da ortadadır. Bu bilgiler ışığında evrimcilerin sırf beyin hacmine bakarak sınıflama ve sıralama yapma çabalarının temelsiz olduğu ortadadır.

İnsan, aklı ve şuuru olan, görüntüyü görüp algılayan, bunlar üzerine düşünüp yorum yapan, konuşan, muhakeme ve yargıya sahip olan, diğer canlılardan tamamen farklı bir varlıktır. Bir arı veya karınca kolonisindeki düzeni, bu canlıların küçük beyinlerine atfetmek nasıl olanaksızsa, insandaki bu özellikleri de beyinin yapısı ile açıklamak olanaksızdır. İnsanla diğer canlılar arasındaki en önemli fark, insanın bilinç sahibi olmasıdır. Diğer canlılar Allah’ın kendilerine verdiği ilham ölçüsünde şuursuz hareket ederler.

Darwinistler, maymunların bazı davranışlarını insanlara benzeterek büyük bir heyecana kapılırlar ve maymunların insanların evrimsel akrabaları olduğuna kanaat getirirler. Günümüzde gerek maymun gerekse insan beyni üzerinde yapılan çalışmalarda, yapısal anatomi olarak bakıldığında bu sayılan özellikleri açıklayabilecek derecede bir fark gösterilememiştir. O halde insanı diğer canlılardan ayıran akıl, şuur, muhakeme ve bilinç gibi özelliklerini sırf anatomik ve fizyolojik özellikleri ile açıklayabilmek mümkün değildir. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliği “Ruh sahibi” bir varlık olmasıdır. O ruh ise, tüm varlıkları yaratan Yüce Allah'a aittir.

Yuval Noah Harari’nin Sapiens Kitabındaki bazı iddialara cevap 4

“Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası doğru değildir

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu iddiadaki asıl amaç; insanlığın gerek zeka gerekse kültürel olarak basitten karmaşığa giden bir süreç yaşadığı iddialarını kanıtlamaya çalışmaktır. Darwinistler ilk insanların hayvanlara yakın düşünme yetisi ve becerisine sahip, sözde ilkel bir beyinlerinin olduğunu, beyin gelişimi ile birlikte de insanların daha çok şey üretebildiğini savunurlar. Buna delil olarak ise sadece “Taş devri” olarak tanımlanan hayali dönemde çakmak taşından bir kaç sopa ve bıçak dışında hiçbir aletin bulunamamasını örnek gösterirler. Halbuki bu tarz bir delil, geçmiş yaşamın nasıl olduğuna dair güvenilir bir bilgi vermekten uzaktır.

Günümüzden 300-500 yıl öncesine ait pek çok eşyanın bile doğal süreçler altında bozulmaya uğradığı herkesin malumudur. Geçmişe ait eşyaların bozuluma uğramaması için özel şartlar altında korumaya alınması bile bazen yetersiz kalmaktadır. Doğal koşullar altında bozulmanın hızlanacağı açıktır. Metal eşyaların 1500 yıldan daha fazla süre bozulmadan kalmasının pek mümkün olmadığı bilinmektedir. Taşlar bile zaman içinde ufalanarak aşınıp özelliklerini yitirmektedirler. 3000-4000 yıllık piramitlerin yapısı ciddi şekilde aşınmış durumdadır. Bu durumda evrimcilerin iddialarına delil olarak sunduğu iyi korunmuş ortamlardan kalma bir kaç parça taş eşyanın 100 bin hatta 10 bin yıl öncesi yaşam şartlarını yansıtmayacağı çok açıktır.

Dolayısıyla tarihte sözde "ilkel insanların" yaşadığı bir taş devri olduğu iddiası bir aldatmacadır. Tarihin hiçbir döneminde ilkel insan var olmamış, sadece taştan aletlerin yapıldığı ilkel bir dönem yaşanmamıştır. İnsanlık tarihinin her dönemi, büyük medeniyetler barındırır. Öyle ki, eski çağ medeniyetlerinin kimi keşiflerini şu an bile gerçekleştirmekten uzağız.

İnsanın fiziksel yapısı ilk insandan itibaren hep aynıdır. Akıl ve şuur seviyesi günümüzde ne ise ilk insanda da benzer kapasitededir. İlkelden gelişmişe doğru bir toplum yapısı sergilenmemiş, günümüzdeki gibi dalgalanmalar göstermiştir. Tarihin değişik zamanlarında pek çok ileri seviyede medeniyetler kurulmuş ve bunlar da bir müddet sonra yok olmuştur. Bu yok oluşlar sırasında o zamana kadar oluşan bilgi birikimi de kaybolmuş, kültürler ve bilimsel gelişimler tekrar tekrar yaşanmak durumunda kalınmıştır. Bugün nasıl uzay çağını yaşayan toplumlarla, bilimden, teknolojik imkanlardan uzak basit yaşam tarzına sahip topluluklar aynı dünyada yer alıyorsa, geçmiş devirlerde de bilimsel ve teknolojik açıdan üst düzey kültürler yaşamıştır.

Yuval Noah Harari’nin Sapiens Kitabındaki bazı iddialara cevap 5

“Dik yürüme özelliğinin zamanla kazanıldığı” aldatmacası

 Harari’nin Sapiens isimli kitabındaki masalsı anlatımlardan biri de şöyledir:

“Ayaktayken av hayvanlarına ve düşmana karşı savanı taramak daha kolaydır ve hareket etmek için gerekmeyen kollar, taş atmak ve işaret etmek gibi işler için kullanılabilir. Ellerimiz daha fazla şey yapabildikçe ellerin sahipleri de daha başarılı hale geldiler, dolayısıyla evrimsel baskı avuçlarda ve parmaklarda daha yoğun bir sinir ağı ve kasların gelişmesini sağladı.” (Yuval Noah Harari. Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi. Kolektif kitap, 2015, sayfa 22.)

Bu masalsı anlatım tarzı, Lamarck zamanında, genetik bilginin varlığının bilinmediği çağlardan kalmadır. Halbuki bugün çok iyi biliyoruz ki, genlerde yer alan bilgilerin fiziksel yapımızı etkilemesi ile yapabildiğimiz şeylerin kapasitesi belirlenir. Ancak bunun tersi, yani yaptığımız hareket ve davranışların genlerimizi etkilemesi gibi bir mekanizma asla söz konusu değildir. Gen varlığının bilinmediği bir dönemde spor yapan, ağırlık kaldıran insanları izleyen bir gözlemci, sadece ağırlık kaldırdıkça kas kemik yapısının güçlendiğini görerek böyle bir yanlış çıkarımda bulunmuş olabilir. Aslında o devirde bile, sporcuların çocuklarının -spor yapmazlarsa- kas kemiklerinin ebeveynlerine benzemediği gözlense böyle bir iddia ortaya atılmayacaktır.

1996 yılında insanın iki ayaklı yürüyüşü konusunda araştırmalar yapan İngiliz mühendis Robin Crompton, yaptığı bilgisayar simülasyonları sonucunda maymun yürüyüşü ve insan yürüyüşü arasında bir hareket şeklinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Crompton’ın çalışması göstermiştir ki, bir canlı ya iki ayağı üzerinde dik olarak yürüyebilir, ya da dört ayağını kullanarak ve öne eğik olarak hareket edebilir. Bu ikisinin arasında kalan bir yürüyüş modeli son derece verimsizdir.

Dahası, fosil kayıtları, hiçbir zaman hiçbir canlının insan ve maymun yürüyüşü arası bir hareket şekline sahip olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları üzerinde yapılan detaylı incelemeler, Australopithecus ve Homo Habilis sınıflamalarına dahil edilen canlıların maymunlar gibi dört ayaklı ve eğik yürüdüklerini, Homo Erectus ve Neandertal adamı gibi insan ırklarının aynı bizim gibi dik yürüdüklerini ispatlamaktadır. Yani iki ayaklı dik yürüyüş modeli, dünya üzerinde ilk olarak insanlarla birlikte ve aniden ortaya çıkmıştır.

 

Sosyal Darwinizmin getirdiği tehlike

Kitapta evrim teorisini desteklemek amaçlı yapılan anlatımların sonrasında ateist düşünce yapısı üzerine bina edilen felsefeye genişçe yer verilmiştir. Dünyamızın geçmişte, şu an içinde sürüklendiği ve ileride sürüklenebileceği dinden uzak yaşam tarzının oluşturduğu çarpık sistemlerin analizi yapılmıştır. Dikkat çekici olan kitabın yazarının, bunları anlatırken gerek açık gerek gizli verilen tehlikeli Darwinist mesajların, bu hatalı düzeni daha da derinleştirici etkisi olacağını görmüş olmasıdır:

“Biyoloji bilimine göre insanlar (haşa) “yaratılmamış” evrimleşmiştir. Ve evrim kesinlikle eşitlikçi değildir. Eşitlik fikri yaratılış inancıyla iç içe geçmiştir. Eğer Hıristiyanların tanrı, yaratılış ve ruhlar hakkındaki mitlerine inanmıyorsak, tüm insanların “eşit” olması ne anlama gelmektedir?... Biyolojide hak diye bir şey yoktur. Sadece organlar, beceriler ve özellikler vardır.... Peki ya özgürlük? Biyolojide özgürlük yoktur. Tıpkı eşitlik, haklar gibi özgürlük de insanların ancak hayal güçlerinde icat ettiği ve yaşattığı bir kavramdır. Biyolojik bakış açısıyla bakıldığında insanların demokrasilerde özgür, diktatörlüklerde özgürlüklerinden mahrum yaşadıklarını söylemenin hiç bir anlamı yoktur.” (Yuval Noah Harari, Sapiens İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, Kolektif kitap, 2015, sayfa 118)

Şu bir kaç satırı okumak bile Darwinist düşünce yapısına sahip dünyanın ne kadar vahşi bir hal alabileceğini anlamak açısından çok önemli. Evrimci düşünceyle şekillenmiş, Allah’a inanmayan bir toplumda insanların ne kadar sınır tanımaz hale gelebilecekleri ortada. Din ahlakı yıkıldığı anda, dinin özünde yer alan dayanışma, fedakarlık, merhamet, yoksulların ve zayıfların korunması, tüm insanların eşit sayılması, sevgi gibi erdemler yerini, zulüm, baskı, işkence, bencillik, sevgisizlik, köleleştirme, öldürme gibi tehlikeli ve acımasız bir hayat tarzına terk edecektir. Hak, adalet, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar anlamını yitirecek, güçlünün zayıfı, zenginin fakiri ezdiği bir ortam, çok kısa sürede yaşanılmaz hale gelecektir. Evrimci düşünce bu hayat tarzını, teorinin temelinde mücadele olduğu için sözde “doğal seleksiyonun” bir parçası olarak niteler ve bir gereklilik olarak görür; böylece kendilerince güçlü, sağlıklı, akıllı nesillerin, sözde evrimin ilerlemesine katkıda bulunacağı iddia edilir.

Bu acımasız düşüncenin örneklerini Darwinist fikrin dünyaya hakim olduğu 20. yüzyılda çokça yaşadık. Hitler, Stalin, Pol Pot gibi diktatörlerin zalimliğini, milyonlarca insanı nasıl soykırıma uğrattıklarını, Hitler'in kendince "aşağı ırk" olarak gördüğü insanları nasıl gaz odalarında öldürttüğünü; birçok Batı ülkesinde yüz binlerce insanın sadece hasta, sakat veya yaşlı olduğu için nasıl zorla kısırlaştırıldığını veya ölüme terk edildiğini 20. yüzyılda tüm dünya izlemiştir. Acımasız rekabet nedeniyle dünyanın her yanında insanların ezildiklerini ve sömürüldüklerini; ırkçılığın kimi devletlerin ideolojisi haline geldiğini ve bazı ırkların insan bile sayılmadığını; komünist ile kapitalist, sağ ile sol arasında çatışmalar, sıcak ve soğuk savaşlar yaşandığını; aynı ülke halklarının, hatta kardeşlerin bile birbirlerine düşman hale geldiğini herkes bilmektedir.

Evrimci düşünce yapısına sahip ateist bir kimse de, aslında dine ait ahlak kurallarının yaşandığı bir dünyanın, çok daha iyi bir hayat olacağının farkındadır. Ancak bu kişilere “Gelin din ahlakına uygun yaşayalım” demek, onların ideolojilerini birden bire değiştirmeyecek, istenilen sonuç alınamayacaktır. İşte bu noktada, inançlarının temelinde yer alan sözde evrim teorisinin geçersizliğinin çok iyi anlatılması, Harari’nin kitabında anlattığı düşünce yapısını ve diğer ateist sistemleri temelinden sarsacak ve çökertecektir. Evrimin geçersiz olduğunun ve evrime dayalı bir hayatın geçersizliğinin bilimsel delillerle kanıtlanması, insanı, evrenin ancak bilinçli bir güç tarafından yaratılabileceği sonucuna ulaştıracaktır. Allah inancının topluma hakim olması da, sevginin, kalitenin, özgürlüğün, demokrasinin, saygının ve her türlü güzelliğin temeli olan din ahlakını hakim kılacak; dünya cennet gibi olacaktır.

]]>
http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/266208/yuval-noah-hararinin-sapiens-kitabindakihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/266208/yuval-noah-hararinin-sapiens-kitabindakiThu, 21 Dec 2017 02:31:08 +0200
İnsanın Yaratılışıhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/263629/insanin-yaratilisihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/263629/insanin-yaratilisiMon, 20 Nov 2017 23:26:15 +0200İslam'da Kalite ve Sanathttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/261206/islamda-kalite-ve-sanathttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/261206/islamda-kalite-ve-sanatThu, 26 Oct 2017 18:12:03 +0300Kuran'da Adı Geçen Meyvelerhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/258145/kuranda-adi-gecen-meyvelerhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/258145/kuranda-adi-gecen-meyvelerSun, 24 Sep 2017 16:26:01 +0300Çocuklar İçin Yaratılış Gerçeği - 1http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/258137/cocuklar-icin-yaratilis-gercegi-http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/258137/cocuklar-icin-yaratilis-gercegi-Sun, 24 Sep 2017 16:21:13 +0300Ateizmin Çöküşühttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/256969/ateizmin-cokusuhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/256969/ateizmin-cokusuTue, 05 Sep 2017 10:39:54 +0300Doğa Uyanıyorhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/255347/doga-uyaniyorhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/255347/doga-uyaniyorFri, 11 Aug 2017 05:25:01 +0300Görünmeyen Dünya - 6Merhaba, Görünmeyen Dünya belgesel dizisinin yeni bir bölümünde yine beraberiz. Bu bölümde yine çok ilgi çekici konulardan.... Ahtapotların  hiç bşlmediğimiz özelliklerinden, nano altının şaşırtıcı özelliklerinden ve Dev kristallerden oluşan masalsı bir mağaradan bahsedeceğiz.. Başlıyoruz...

 

KORUYUCU RENK KAYNAĞI MELANİN

Gözlerimize, saçlarımıza ve cildimize rengini veren nedir? pigment molekülleri... Melanin...

Bilindiği gibi canlı gözlerinin renkleri çeşitlilik gösterir. İşte bu rengi sağlayan da yine pigmentlerdir. Melanin, gözün içinde bulunan ve göze rengini veren pigment maddelerinden bir tanesidir.

Ancak melaninin görevi sadece renk verici bir madde olması değildir. Melanin bizi aynı zamanda korur. Nasıl mı? İzliyoruz....

A-GÖZLERDEKİ KORUMA

       Gözlerimiz ışığa karşı son derece hassastır. Çok fazla ışık gözlerimizi rahatsız eder ve olumsuz yönde etkiler. Buna rağmen gözlerimizde Allah tarafından özel olarak yaratılmış olan sistemler sayesinde güven içinde ışık kaynaklarına bakabiliriz, etrafımızı rahatlıkla görebiliriz.

Araştırmacılar gözde bulunan melanin maddesinin hem gözün zararlı ışınlardan korunmasında kullanıldığını, hem de görüş gücünün artırılmasını sağladığını ortaya çıkarmışlardır.

 Işığın oluşturacağı zararlı etkilere karşı en etkili çözüm olan melanin maddesi, özellikle yüksek enerjili ışıkları, düşük enerjili ışıktan daha kuvvetli bir şekilde emer. Yani maviden çok mor ötesini, yeşilden çok maviyi emer. Bu yolla melanin gözün lensini zararlı mor ötesi ışınlara karşı korumuş olur.

Retinanın dokusuna zarar verme özelliği olan renkleri belli oranlarda filtreleyerek retinanın en ideal seviyede korunmasını sağlar. Böylece sarı nokta hastalığı riskini azaltır. Göz melanini daha az olan kişilerde bu hastalık daha sık görülür.

Melanin pigmentleri cildimizin korunmasında da çok önemli bir etkiye sahiptir. [1]

 

B-DERİDEKİ KORUMA

       Derimizin rengi vücudumuzda bulunan ve genel adıyla melanin olarak bilinen pigmentlerin türüne ve yoğunluğuna bağlı olarak oluşur. Melanosit adlı hücrelerden salgılanan bu pigmentlerden ömelanin ve feomelanin deri renginin oluşmasında rol oynar. Ömelanin yoğunluğunun feomelanine göre fazla olması derinin koyu renkte olmasına, feomelaninin daha fazla olması ise deri renginin daha açık olmasına neden olur.

       Ömelanin pigmentleri aynı zamanda güneşten gelen tehlikeli     ışınları tutarak zarar görmemizi engeller. Bu sayede güneş ışınlarının yoğun olduğu Afrika’da insanların koyu ten rengi onları bir kalkan gibi korur.[2]

Melaninin gözün ve cildin  korumasında çok önemli bir görevleri olduğunu izledik. Böyle kusursuz bir yapıya sahip olan çok fonksiyonlu bu maddenin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansız olduğu çok açık bir gerçek.  Melanin maddesi, evrendeki her şey gibi Allah tarafından insanlara fayda verecek şekilde özel olarak yaratılmıştır.

Kovulmuş şeytandan Allaha’a sığınırım.

De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

 

MİKRO DÜNYADAN BİLİM HABERLERİ - NANO ALTIN

Binlerce yıldır, yerin altından çıkan altının yarısı mücevherlerin yapımında diğer büyük bir kısmı ise altın külçeleri ya da altın paraların üretiminde kullanılıyor. Ancak günümüzde büyük miktarlar değil, gözlerimizin bile göremediği çok daha küçük miktarlarda altın, bilim ve teknoloji dünyasının ilgisini çekiyor.

Gelecekte altın ile temizlenmiş sular içebilir, evinizi altın içeren güneş panelleri ile ısıtabilir, ya da altın tozu içeren ilaçlar kullanabilirsiniz. Peki bütün bunlar nasıl olabilir? İzleyelim ve görelim.

Altının para ve mücevher yapımında diğer metallere kıyasla ilk sırada tercih edilmesinin nedeni, oksijen ya da başka maddelerle reaksiyona girmemesi. Bu özelliği sayesinde altın, sürekli parlak ve temiz kalabiliyor.

Nano boyutlara inildiğinde, altın bilinenden çok daha ilginç özellikler kazanıyor. Sadece bir virüs boyutundaki nano altın taneciğinin yüzey özellikleri,  onu kimya ve tıp alanında  çok önemli bir hale getiriyor. Günümüzde bilim insanları altını kanser hastalığının erken teşhisi için kullanıyor.

Altın taneciği vücuttaki başka hiçbir şeyle reaksiyona girmediği için ilaçları vücutta istenen yere taşıyabiliyor. Bazı ilaçların hedeflenen yerlere noktasal incelikte ulaşmasını sağlıyor ki bu sağlık alanında çok önemli gelişme...

Altın bir metal olduğu için iletken ve elektronları içerisinde hareket edebiliyor, daha da küçük altın tanecikleri ışık ve madde ile etkileşime geçebiliyor. Doğru dalga boyundaki ışık verildiğinde altın taneciğinin içindeki elektronlar aşağı-yukarı ya da sağa-sola hareket ettirilebiliyor. [3]

Böylece doğru boyutlardaki minicik altın tanecikleri birden kanser öldürücü özellik kazanıyor.

Öncelikle bu özel altın taneciklerine kanserli hücrelere yapışmalarını sağlayan özel proteinler yapıştırılıyor. Sonra da bu altın tanecikleri vücuda verildiğinde direk gidip sadece hedefi olan kanserli hücreye tutunuyor. Sağlıklı olanlara asla dokunmuyor. Tüm altın tanecikleri tutunduğunda, verilen kızıl ötesi ışık ile altın taneciklerindeki elektronlar hareketlendiriliyor. Yüksek miktardaki parçacıkların hareketi kanserli hücrenin ısınmasına neden oluyor ve oldukça yükselen ısı, kanserli hücreyi öldürüyor. [4]

Allah’ın yeryüzünde yarattığı ve pekçok yönüyle bize güzellikler sunan bir metal olan altın, hayatımızı değiştirecek icatların yapımında hammadde  olarak kullanılmaya başlandı. Hem kimyasal hem de fiziksel özellikleri bakımından altın, teknolojinin birçok alanında çok önemli işlevlere sahip...

Çevre Temizliği İçin Altın Nasıl Kullanılabilir?

Nano altının çok ilginç özellikleri var. Farklı boylardaki altın tanecikleri farklı dalga boylarını absorbe ediyor. Bu ne demek? Yani  farklı boylardaki altın tozlarının bir araya getirilmesi çok yüksek miktarda güneş ışığının toplanabilmesi anlamına geliyor. Bilim insanları bu teknolojinin üzerinde henüz çalışıyorlar. Çalışmalar tamamlandığında altın sayesinde güneş panellerinin şu an olduğundan kat kat daha fazla verimle çalışması planlanıyor.

Bu minik altınlar daha da küçültüldüğünde yani 2 nanometre boyuna indirildiğinde altın çok daha farklı davranmaya başlıyor. Yüzeyindeki atomların oranı daha da artıyor ve altının hem yapısal hem elektronik özellikleri değişiyor.

Altının yeni keşfedilen bu özelliği kimyagerleri oldukça heyecanlandırdı. Çünkü bu aşamada altının diğer maddelerle kimyasal reaksiyona girebildiğini farkettiler. Bir anda bu nano boyuttaki altın mükemmel bir katalizöre dönüşüyor.

Örneğin sadece 10 altın atomu bir araya geldiğinde karbon monoksiti, karbondioksite dönüştürebilecek hale geliyor. Tıpkı arabalardaki platinin katalitik çevirme işlemi gibi… Endüstride çok tehlikeli bir yan ürün olan karbon monoksitin bu çevrimi pek çok açıdan suyu temizlemeyi, hidrojen peroksiti dönüştürmeyi kolaylaştırabilir. Hatta itfaiyeciler için havanın kolayca temizlenmesini bile sağlayabilir.[5]

Altın yıllardır bilinen özellikleri ile hep değerliydi ama kullanım alanlarının genişliği ve önemi hiç şimdiki kadar fark edilmemişti..

Dünya’da belli bir miktarda altın var ve biz bu altını sürekli geri dönüştürerek kullanıyoruz. Şu anda elinizdeki yüzükteki altın belki de  binlerce yıl önce Pers hükümdarlarının kullandığı bir süslemede yer alıyordu. Altın tüm özellikleri ile Allah tarafından özel bir nimet olarak yaratılmıştır.

Allah Kuran’da altına şöyle dikkat çekmektedir.

                   ...kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi,14)

 

DÜNYADAKİ EN İLGİNÇ YERLER

Yeryüzünün oluşumundaki her aşama hayranlık uyandırıcı detaylarla dolu. Jeologların yeryüzü katmanlarını incelerken elde ettikleri sonuçlar dünyanın yaratılışındaki harikalığı bize tanıtıyor. Şimdi bu harikalardan biri olan Kristal Mağarası’nın nasıl oluştuğuna bir bakalım.

DEV KRİSTAL MAĞARASI

       2000 senesinde Meksika'nın küçük bir kasabasındaki maden işçileri gümüş elde etmek için yaptıkları bir kazı sırasında yerin metrelerce altında göz kamaştırıcı bir güzellik ile karşılaştılar.

       2008 yılında uluslararası bilim insanlarından oluşan özel bir keşif ekibi, dünyanın sayılı doğa harikalarından bir tanesi olarak kabul edilen “Dev Kristal Mağarası”nda araştırmalar yaptı ve mağara hakkında bilinmeyenleri gün yüzüne çıkardı.  

       Yerin 300 metre altında yer alan ve bir masal dünyasını andıran bu beyaz uzantılar aslında dünyadaki bilinen en büyük kristaller... Bunların uzunlukları 11 metreye,  

       Tam 600 bin yaşında olan bu mağara 170'den fazla ışıl ışıl kristal dikit ve sarkıtlarla dolu! Milyonlarca yıl önce zemindeki yoğun kalsiyum sülfat içeren suyun mağaranın çatlaklarından sızması ile oluşan dikitler 1985'e kadar büyümeyi sürdürmüş.  Buz beyazı kristaller ilk bakışta mağaranın buz gibi olduğu izlenimini oluşturuyor ancak içeride 45 derecelik bir ısı ve %100'e varan bir nem oranı var. Bu muhteşem mağara şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir görünüme sahip..[6] Ama bu güzelliği yerinde görmek için özel giysilere ihtiyaç var. Çünkü bu muhteşem güzelliği barındıran mağaradaki yüksek ısı ve nem oranı insan vücudunun tolere edebileceği seviyeyi aşıyor. 

       600 bin yıl yaşındaki bu muazzam güzellikteki kristallerin oluşumu dünyada var olan hiçbir şeyde tesadüfe yer olmadığını gösteriyor. Bu kristallerin oluşumu için ortamda bulunan nemin, ısının, basıncın ve daha pekçok parametrenin belirli bir oranda olması şart. Kalsiyum oranı az olsa, basınç yetersiz olsa ya da ısı olması gerektiğinden çok daha yüksek olsa bu güzelliğin oluşması mümkün olmazdı. Allah  bu masalsı derecede dikkat çeken ilginç yapıları ve dev  kristalleri yerin yüzlerce metre altında yaratmış, insanlara bu güzellikleri sunmuştur. 

 

SONUÇ-KAPANIŞ

       Bir Görünmeyen Dünya belgeselinin daha sonuna geldik. Bir sonraki bölümde yine bilim dünyasındaki yeniliklerle ve  ilgi çeken konularla karşınızda olacağız. Hoşçakalın

 

 

[4] http://www.nature.com/nature/outlook/gold_2013/

[5] http://www.nature.com/nature/outlook/gold_2013/

[6] http://www.stormchaser.ca/Caves/Naica/Naica.html

]]>
http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/253976/gorunmeyen-dunya---6http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/253976/gorunmeyen-dunya---6Sat, 29 Jul 2017 21:09:31 +0300
Yörünge 6 - Atmosferdeki İdeal Oranlar1-ATMOSFERDEKİ İDEAL ORANLAR 

2-ATMOSFER İLE İLGİLİ 5 İLGİNÇ GERÇEK

3-ATMOSFERİN İDEAL YOĞUNLUĞU

4-ASTRONOMİ SÖZLÜĞÜ –YURİ GAGARİN

5-UZAYDA YAŞAM-ŞİMŞEKLERİ İZLEMEK...

6-SORU CEVAP- BİLDİĞİMİZ EN BÜYÜK GALAKSİ HANGİSİ?

 

Bilimkurgu filmlerinde sık sık rastlarız.  Uzay gemisiyle uzak bir gezegene yaklaşan insanlar, gezegene inmeden önce atmosferinin solunabilir olup olmadığına bakarlar. Genellikle de solunabilir bir atmosfer sonucu çıkar. Bu tip senaryolar, insanoğlunun kolaylıkla ve “tesadüfen” uygun atmosferler bulabileceği gibi bir izlenim verme amacını taşır. Oysa Dünya'nın atmosferi, yaşam için gerekli son derece özel şartları bir araya geldiği bir karışımdır. Bu karışımda tesadüfe asla yer yoktur.

Dünya yaşamı destekleyen atmosferi ile Güneş sisteminde benzeri olmayan bir gezegen. Oksijen olmadan yaşayamayız ve ne mutlu ki atmosferimiz de tam gerektiği kadar oksijenle dolu..

Atmosferdeki oksijen miktarında, atmosferin içerdiği gazların oranında dahi çok ince ve önemli bir denge var. Bir önceki bölümde atmosferin yapısını ve katmanlarını inceledik. Yörünge Belgesel serisinin bu bölümünde atmosferdeki ideal oranlardan ve atmosfer ile ilgili dikkat çeken bilgilerden bahsedeceğiz.

Ünlü kozmonot Yuri Gagarin ile ilgili bilgilere yer vereceğiz. Soru cevap bölümünde ise astronomi ile ilgili akla gelen değişik soruların cevaplarını aktaracağız.

 ATMOSFERDEKİ İDEAL ORANLAR 

      Dünya atmosferi, % 77 azot, % 21 oksijen ve %1 oranında karbondioksit ve argon gibi diğer gazların karışımından oluşur.

Oksijen bizim için çok önemlidir, çünkü canlıların enerji elde etmek için kullandıkları çoğu kimyasal reaksiyon oksijen sayesinde gerçekleşir. Karbon bileşikleri oksijenle reaksiyona girerler. Reaksiyon sonucunda su, karbondioksit ve enerji açığa çıkar. Hücrelerimizde kullandığımız ve ATP (adenosin trifosfat) adı verilen enerji paketçikleri, bu reaksiyonla ortaya çıkarlar. İşte biz de bu nedenle sürekli olarak oksijene ihtiyaç duyarız ve bu ihtiyacı karşılamak için solunum yaparız.

      Atmosferde rahatça soluyabileceğimiz oksijen var. Ama bu oran aynı zamanda hassas bir denge ile  tespit edilmiş....Yani %21 oranının biraz altında bir oranda canlılık için yeterli oksijen olmuyor.

Peki oksijen oranı daha fazla olsa hayatı destekleyebilir mi? Hayır!

 Oksijen çok reaktif bir elementtir. % 21'in üzerine artan her yüzde birlik oksijen oranı, bir yıldırımın orman yangını başlatma olasılığını % 70 artırabilir.

Solunum sırasında bizler için zararlı olan karbondioksit bile aslında çok önemli. Güneş'ten gelen ışınlardan bir kısmının yeryüzünden yansıyıp uzaya kaçmalarına engel olur ve böylece Dünya'nın sıcaklığının korunmasını sağlar.

Allah canlılığın dengesini öylesine kusursuz bir sistemle kurmuştur ki, atmosferdeki oksijen oranı bu sayede canlılık için en ideal olan oranda durmaktadır.

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." ( Haşr Suresi,24)

 

ATMOSFER İLE İLGİLİ 5 İLGİNÇ GERÇEK

1- HIZ

Uzay gemilerinin Dünya atmosferine geri dönmeleri ses hızının tam 25 katı gibi olağanüstü hızdadır. Dünyanın yörüngesine girdiklerinde saatte yaklaşık 29 bin kilometre hızla hareket ederler. Bu, NASA tarafından yüksek hipersonik hız olarak kabul edilir.

2- ATMOSFERE YENİDEN DÖNÜŞ ISISI ÇELİĞİ ERİTEBİLİR

Atmosferdeki herhangi bir yere girildiğinde sürtünme uzay gemisinin hava direnciyle karşılaşmasına neden olur; böylece uzay gemisi yavaşlar ve kötü bir iniş yapması engellenir. Ancak hipersonik hızlarda sürtünme geminin yüzeyini yaklaşık 1650 santigrat dereceye yükselterek korunmasız noktaları yok eder.

3- ATMOSFERE GERİ DÖNÜŞ SIRASINDA SEKİZ ASTRONOT HAYATINI KAYBETTİ

1967’de Soyuz 1’deki tek mürettebat olan Vladimir Komarov uzay mekiğinin paraşütü açılmayınca öldü.

Columbia’nın tüm mürettebatı yani 7 kişi 2003’te atmosfere geri dönerlerken yaşamlarını yitirdiler.

4- ASTRONOTLAR TEK KULLANIMLIK KALKANLARLA KORUNURLAR

Uzay mekiği atmosfere girdiğinde hava akımının ısısı o kadar çoktur ki havanın kimyasal bağlarını parçalar. Bu, uzay gemisinin etrafında elektrik yüklü bir plazma oluşturur.

İlk uzay seyahatlerinde uzay gemisi ve mürettebatın korunması için eriyen ısı kalkanları kullanılırdı.  Özel seramikleri yavaş yavaş yanmak üzere tasarlanmıştı. NASA, halen atmosfere geri dönüşte 2649 santigrat dereceye dayanabilecek gelişmiş bir ısı kalkanı üzerinde çalışıyor.

5- UZAY ÇÖPLERİ

Dünya atmosferine giren bir çok uydu ve nesnenin küçük bir bölümü yüzeye ulaşır ve genellikle okyanuslara düşer. Karaya düşme ihtimalleri çok azdır, bir trilyonda bir.

 

ATMOSFERİN İDEAL YOĞUNLUĞU

      Nefes almak bize ne kadar kolay geliyor? Sürekli olarak ciğerlerimize hava çeker ve hemen sonra da aynı havayı geri veririz. Bunu o kadar çok yaparız ki, "normal ve sıradan" bir işlem olduğunu düşünürüz. Oysa gerçekte nefes almak çok kompleks bir iştir.

      Akciğerlerin düzgün çalışabilmesi, bir başka şartın yerine gelmesine bağlıdır: Havanın yoğunluğunun, akışkanlığının ve basıncının, bu kadar dar kanallar içinde rahatlıkla hareket edebilecek değerlerde olmasına.

Havanın basıncı 760 mm Hg'dir. Yoğunluğu, deniz seviyesinde, litre başına bir gram civarındadır. Bizim ve birçok canlının rahatça solunum yapabilmesi için, havanın yoğunluğu, akışkanlığı, ve basıncının şu anda sahip oldukları değerler tam da bu dar aralığın içinde olmalıdır.

        Havayı içimize çektiğimiz anda, akciğerlerimizde bulunan yaklaşık 300 milyon küçük odacığa oksijen dolar. Bu odacıkların duvarlarını kaplayan kılcal damarlar hemen bu oksijeni çekerler ve önce kalbe sonra da vücudun her tarafına taşırlar. Kılcal damarlar oksijeni içeri alırken, aynı anda da atık madde olan karbondioksiti bırakırlar. Yarım saniye sürmeyen bu işlem sayesinde, içimize çektiğimiz temiz (oksijenli) havayı, dışarıya kirli (karbondioksitli) olarak veririz.

      Akciğerlerimizdeki 300 milyon odacık olarak sıkıştırılmış olan bu alan gerçekte o kadar büyüktür ki, eğer bu alanı ciğerin içinden çıkarıp düz bir yüzeye yaysak, bir tenis kortu kadar yer kaplar.

      Buradaki mantığı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir enjektörün iğnesinden su çekmek kolaydır, ama aynı iğneyle bal çekmek çok daha zordur. Çünkü bal, sudan daha az akışkanlığa ve daha yüksek bir yoğunluğa sahiptir.

      Atmosferin rakamsal değerleri, sadece bizim solunumumuz için değil, mavi gezegenin "mavi" olarak kalması için de önemlidir. Eğer atmosfer basıncı şu anki değerinden beşte bir kadar azalsa, denizlerdeki buharlaşma oranı çok fazla yükselecek ve atmosferde çok yüksek oranlara varacak olan su buharı tüm Dünya üzerinde bir "sera etkisi" oluşturarak gezegenin ısısını aşırı derecede yükseltecektir. Eğer atmosfer basıncı şu anki değerinden bir kat daha fazla olsa, bu kez de atmosferdeki su buharı oranı büyük ölçüde azalacak ve Dünya üzerindeki karaların tamamına yakını çölleşirdi.

      Tüm bu dengeler, Dünya'nın diğer özellikleri gibi atmosferinin de insan yaşamı için özel olarak yaratıldığını göstermektedir. Bilimin ortaya koyduğu bu gerçek, bizlere evrenin başıboş bir madde yığını olmadığını bir kez daha ispatlamaktadır. Elbette ki, tüm evrene hakim olan, maddeyi dilediği gibi şekillendiren, galaksileri, yıldızları ve gezegenleri kudreti altında tutan bir Yaratıcı var.

      O üstün Yaratıcı, Kuran'da bizlere öğretmiş olduğu gibi, tüm evrenin Rabbi olan Allah'tır.

 

ASTRONOMİ SÖZLÜĞÜ –YURİ GAGARİN

İnsanların uzayı araştırmaları ve keşfetmeleri 4 Ekim 1957'de Sovyet uydusu Sputnik'in uzaya fırlatılmasıyla hız kazandı. Dünya yörüngesinden çıkan ilk insan ise Sovyet kozmonot Yuri Gagarin oldu..

Yuri Gagarin: Sovyet pilot ve kozmonot. Uzaya çıkan ve dünyanın yörüngesinde tur atan ilk insan.

Tam adı Yuri Alekseyeviç Gagarin olan Rus kozmonot 1961 yılında Vostok 1 adlı uzay aracıyla uzaya çıkmış ve uzaydan dünyayı gören ilk insan olmuştur. Bu başarısıyla uzay çağını başlattı.

Yuri Gagarin sesiyle- Yerçekiminin baskı etkisini vücudumda hissettim. Beni koltuğuma doğru çekiyordu. Kollarımı oynatmak bile zor hale geldi. Uzun sürmeden roketin dünyanın yerçekimi alanından çıkacağını biliyordum. Sonra ise yörüngedeydim.

Gagarin o anda şunları söyleyecekti. Dünya ne kadar güzel. Ne kadar  güzel, ne kadar harika..... çok şaşırtıcı....

O dönemde Gagarin’in bu denemeyi başarması ancak %50 ihtimal olarak hesaplanmıştı. Vostok Dünya’nın yörüngesine oturduğunda ise bu Sovyetler Birliği’nin bu büyük başarısı olarak dünyaya duyuruldu.

Gagarin’in tarihi uçuşundan beri yüzlerce kişi uzaya gitti. Uzay araştırmaları sırasında pek çok yeni bilgiye ulaşıldı.

Kuran'da 1400 sene önce insanların böyle bir alanda gösterecekleri gelişmelere ve uzaya çıkışın mümkün olabileceğine işaret edilmektedir.

Allah bu konuya Kuran'da şu ayetle dikkat çekmektedir:

Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşamazsınız. (Rahman Suresi, 33)

Ayette "üstün bir güç" olarak çevrilen, Arapça "sultan" kelimesi "huccet, burhan, güç, kuvvet, hüküm, kanun, yol, otorite, izin, ruhsat verme, meşru kılma, delil" gibi anlamlara gelmektedir.

Dikkat edilecek olursa, ayette insanların göklerin ve yerin derinliklerini hiç geçemeyecekleri değil, fakat ancak üstün bir güç ile geçebilecekleri vurgulanmaktadır. Ve bu üstün güçle 21. yüzyılda kullanılan üstün teknolojiye işaret ediliyor olması muhtemeldir. Nitekim 21. yüzyıldaki üstün teknoloji sayesinde Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu durum gerçekleşmiştir.

 

UZAYDA YAŞAM - ŞİMŞEKLERİ İZLEMEK....

Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki İngiliz astronot Tim Peake, hızlandırılmış çekim  tekniği ile dünyada meydana gelen şimşek ve yıldırımları görüntüledi. İzliyoruz...

Görüntülerde Uluslararası Uzay istasyonundaki astronotların Kuzey Afrika, Türkiye ve Rusya üzerindeyken kaydettiği şimşek görüntülerini izliyoruz. Bulut ve yer arasındaki elektrik potansiyeli farkı 10 ila 100 milyon volttur ve yıldırımın dönüş darbesinin akımı yaklaşık 30.000 ampere, sıcaklığı ise 30.000 °C'ye ulaşır. Yıldırımın oluşması çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Öncül darbe buluttan yere yaklaşık 30 milisaniyede ulaşır ve yerden bulutun merkezine yaklaşık 100 milisaniyede döner.

Şimşekler yeryüzünü kaplayan bitki örtüsünün yaşamını devam ettirebilmesi için önemli olan azot moleküllerini üretirler.

Dünya dışından elektrik akımlarının binlerce voltluk ışık gösterisini izlemek gerçekten etkileyici maşaAllah...

Allah, Kuran’da şimşeğin bu ihtişamlı parıltısını şöyle bildirir: Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım “... şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürecektir.” (Nur Suresi, 43)

Kuran’da bulunan surelerden biri olan Ra’d Suresi’nin anlamı “gök gürültüsü”dür. Allah bu surede, şimşeğin çakmasıyla oluşan gök gürültüsünün Kendisi’ni tesbih ettiğini şöyle bildirmiştir: ”Gök gürültüsü O’nu hamd ile, melekler de O’na olan korkularından tesbih ederler…” (Rad Suresi, 13)

 

BİLDİĞİMİZ EN BÜYÜK GALAKSİ HANGİSİ?

Gözlemlenebilir evrenimizdeki şu an bilinen en büyük galaksinin, bir milyar ışık yılından daha uzakta bulunan süper dev eliptik galaksi IC 1101. IC 1101’in çapı yaklaşık altı milyon ışık yılı olduğu ve yaklaşık 100 trilyon yıldıza ev sahipliği yaptığı düşünülüyor. Bu, bizim yaklaşık 100 bin ışık yılı çapa sahip olan ve kıyaslandığında oldukça küçük kalan Samanyolu galaksimizin neredeyse 400 katı büyüklüğündedir.

Evren hakkında yaptığımız her türlü inceleme, bizlere bu evrende insan yaşamını gözeten olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir.

Elbette ki, evrenin her detayında gizli olan bu  düzen, aynı zamanda evrenin her detayına hakim olan sonsuz bir güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'nın varlığının ispatıdır. Nitekim Big Bang teorisinin de açıkça ortaya koymuş olduğu gibi, evren yoktan yaratılmıştır.

Bilimin ortaya çıkardığı bu sonuç, Kuran'da bizlere öğretilmiş bulunan bir  gerçektir. Allah evreni yoktan yaratmıştır.

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir... (Araf Suresi, 54)

 

]]>
http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/253975/yorunge-6---atmosferdekihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/253975/yorunge-6---atmosferdekiSat, 29 Jul 2017 21:05:16 +0300
Rumilik Tehlike mi?http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/252713/rumilik-tehlike-mihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/252713/rumilik-tehlike-miTue, 11 Jul 2017 10:39:33 +0300Göklerdeki Suhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/250658/goklerdeki-suhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/250658/goklerdeki-suSat, 17 Jun 2017 22:47:50 +0300Sindirim Sistemihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/250657/sindirim-sistemihttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/250657/sindirim-sistemiSat, 17 Jun 2017 22:33:56 +0300Hz. İsa GelecekHZ . İSA GELECEK 

Hz. İsa aleyhisselam, Allah'ın insanları doğru yola çağırmakla görevlendirdiği seçkin bir kuldur… Tıpkı diğer tüm peygamberler gibi!

Bu mübarek insanın yaşamı, doğumundan Allah Katı’na çıkmasına kadar Allah’ın takdir ettiği mucizelerle doludur.

Hz. İsa, Allah’ın izniyle, Allah’ın kendisine lutfettiği birer mucize olarak hastaları iyileştirdi, ölüleleri diriltti, cansız çamura can verdi...

Bir mucize daha var ki, iki büyük İlahi dinin inananları, sabırsızlıkla bu mucizenin gerçekleşmesini bekliyor, o kutlu güne hazırlanıyorlar:

Hz İsa yeryüzüne yeniden gelecek!

Hz. Mehdi ile birlikte tüm inananları inançsızlığa karşı sevgiyle birleştirecekler…

İslam ahlakını tüm dünyaya egemen kılacaklar…

Ve Hz. İsa ve Hz. Mehdi döneminde tüm insanlık huzur, barış ve zenginliğe kavuşacak…

HZ. MERYEM

Hz. Meryem, Allah’ın seçkin kıldığı Hz. İbrahim ailesinden geliyordu.

Bu aileden seçkin bir kul olan Hz. İmran'ın hanımı, bir çocuğu olacağını öğrendiğinde hemen Allah’a yönelip dua etti ve doğacak çocuğunu Allah’a adadı.

Şeytandan Allah’a sığınırım

... Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen... (Al-i İmran Suresi, 35)

Aile, doğan kız çocuğuna Meryem adını koydu.

Meryem kelimesi, "Allah'a sürekli ibadet eden kimse” anlamına gelmektedir.

İmran ailesinin diğer fertleri gibi Hz. Meryem de, Allah'a samimiyetle iman eden ve O’na gönülden bağlı salih bir kuldur.

Tüm Müslüman kadınlarına örnek olan Hz. Meryem çok iffetlidir.

Allah, Hz. Meryem’i kutlu bir görev için seçmiştir. O, Hz. İsa’nın annesi olan mübarek bir insandır.

Allah Kuran’da, Hz. Meryem’in belirli bir yaşta ailesinden ayrılarak doğu tarafında ıssız bir bölgeye çekildiğini bildirmiştir.

Bu dönemde Allah Cebrail’i, Hz. Meryem’e göndermiş ve onu büyük bir haberle müjdelemiştir. Kuran’da şöyle bildirilir:

Demişti ki: "Ben yalnızca Rabbinden gelen bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için buradayım." O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın, utanmaz bir kadın değilken" dedi. (Meryem Suresi, 19-20)

Cebrail, Hz. Meryem’in bu sorusu karşısında Allah'ın gücünün her şeye yeteceğini, O’nun bir işe sadece "Ol" demesiyle onun hemen oluvereceğini söyledi.

Böylece Hz. Meryem, Allah’ın bir mucizesi olarak, kendisine hiçbir insan eli değmeden, Hz. İsa'ya hamile kaldı.

... Rabbin dedi ki: "Bu benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için bu çocuk olacaktır." Ve iş de olup bitmişti. Böylelikle ona gebe kaldı, sonra onunla ıssız bir yere çekildi. (Meryem Suresi, 21- 22)

HZ. İSA’NIN DOĞUMU

Tarihi kaynaklarda yer alan bilgilere göre, Hz. İsa, M.Ö. 7-6 yıllarında, Filistin'in Bethlehem kentinde dünyaya geldi.

Doğumdan sonra Hz. Meryem, tek başına çekildiği ıssız bölgeden Hz. İsa ile birlikte döndü.

Bu durum karşısında kavmi içindeki bazı inkarcılar ona inanmayarak son derece çirkin iftiralarda bulundular.

Ancak Hz. Meryem bu durum karşısında hemen Allah’a sığındı; Allah’ın kendisine yardım edeceğini bilerek tevekkül etti. Allah, Hz. Meryem’i ve Hz. İsa’yı mucizelerle destekledi. Henüz beşikte olan Hz. İsa, Allah’ın dilemesiyle, insanlarla konuştu. Bu büyük mucize, Kuran’da şöyle haber verilmektedir:

Bunun üzerine ona işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" İsa dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Allah bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam olayım beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet etti. Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 29-33)

HZ. İSA DOĞDUĞU DÖNEMDE FİLİSTİN’İN DURUMU

Hz. İsa’nın dünyaya geldiği dönemde Filistin, Roma imparatorluğunun baskıcı yönetimi altındaydı.

Musevi toplumunun içinde, dini farklı şekillerde yorumlayan birçok mezhep ortaya çıkmıştı. İnsanların büyük çoğunluğu, Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği hak dinden uzaklaşmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar toplum içinde yaygınlaşmıştı. Ayrıca putperest Helen kültürü de etkisini göstermeye başlamıştı.

Kısacası, Hz. İsa'nın gönderildiği dönem, İsrailoğulları'nın hem siyasi, hem ekonomik, hem de sosyal açıdan büyük açmaz içerisinde oldukları bir dönemdi. Bir yandan Roma boyunduruğu altında yaşamanın sıkıntısı, bir yandan da çeşitli inanç ve mezhep ayrılıkları vardı. Böylesine zorlu bir kargaşa ortamında Museviler, kurtuluş yolu bulmaya çalışıyor ve Allah’ın kendilerine göndereceği bir kurtarıcıyı bekliyorlardı.

Allah, Hz.İsa’ya, insanlara yol göstermesi ve onlara öğütler vermesi için yeni bir Kitap indirdi. Bu kutsal Kitap, İncil’di.

Hz. İsa, kavmini bir olan Allah'a iman etmeye, gönülden teslim olup Allah için yaşamaya, günahlardan ve kötülüklerden uzak durmaya davet etti. Onlara dünya hayatının geçiciliğini ve ölümün yakınlığını hatırlattı; ahiret gününde her insanın tüm yaptıklarıyla hesaba çekileceğini bildirdi.

Allah’ın dilemesiyle ve lütfuyla çeşitli mucizeler gerçekleştirdi:

Hasta ve sakat insanları, cüzzamlıları iyileştirdi…

Doğuştan kör olanların gözlerini açtı…

Ölüleri diriltti...

Hz. İsa’nın Allah’ın lütfuyla gösterdiği harikalar, pekçok insanın iman etmesine vesile oluyordu. Üstün ahlakı ve imanı ile tüm insanlara örnek olan Hz. İsa, gösterdiği mucizelerin Allah'ın izniyle gerçekleştiğini insanlara anlatıyordu.

İncil’de, Hz. İsa’nın, iyileşmesine vesile olduğu kişilere şöyle dediği yazılıdır: "İmanın seni kurtardı."

Ancak Hz. İsa’nın yaptığı tebliğe, gösterdiği üstün akıl, ahlak ve imana ve Allah’ın takdiriyle gerçekleştirdiği mucizelere rağmen bazı insanlar inkarlarında direndiler. Kendilerine menfaat sağlayan batıl inanışlarından kopup ayrılmak istemediler. Hatta, Hz. İsa gibi seçkin bir insan hakkında çeşitli iftiralar ortaya attılar. Onun aleyhinde birtakım tuzaklar kurdular.

Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

Ancak, "...Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayeti gereğince inkarcıların müminlere kurdukları tuzaklar bozulmaya mahkumdur. Hz. İsa’ya kurulan tuzak da bozulmuştur.

HZ. İSA’YA TUZAK KURULMASI

Tüm engellere, baskı ve zulümlere rağmen, Hz. İsa'ya inananların sayısı günden güne arttı. Bu ise bazı kötü niyetli sözde din bilginlerini telaşlandırdı.

Zaman içinde Hz. İsa'ya inananlar ile onu inkar edenler açıkça ayrılmaya başladılar.

Hz. İsa’ya düşman olan bazı sözde din adamları, onu yok etmeye kararlıydılar ve bu amaçla ona bir tuzak kurdular.

Kendilerinin ölüm cezası verme hakları yoktu. Bu nedenle, Roma yönetimini kışkırttılar ve Hz. İsa’nın Roma'ya karşı faaliyette bulunduğu iftirasını ortaya attılar. Çünkü Romalılar’ın siyasi konularda son derece hassas ve acımasız olduklarını biliyorlardı.

İnkarcıların hedefi, Hz. İsa’nın şehit edilmesiydi. Ancak Allah onların bu tuzaklarını bozmuş ve Hz. İsa’yı diri olarak Kendi Katı’na yükseltmiştir.

Hz. İsa, ölmemiş ve öldürülmemiş, yalnızca inkar edenlere bir benzeri gösterilmiştir. Bu gerçek, Kuran’da şöyle bildirilir:

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de onlara böyle bir ceza verdik. Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara onun benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendi'ne yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)

KURAN'DA HZ. İSA'NIN ALLAH KATINA YÜKSELİŞİ

Hıristiyanlar, Hz. İsa'yı tutuklayan Romalıların onu çarmıha gererek öldürdüklerine; ancak Hz. İsa’nın daha sonra dirilip göğe yükseldiğine inanırlar. Oysa bu, doğru değildir.

Kuran’da Hz. İsa’nın ölümüyle ilgili tek bir kelime yoktur. Ayetlerde diğer peygamberlerin ölümleri için normal ölümü ifade eden "katele" ya da "mevt" gibi ifadeler kullanılırken Hz. İsa için "canını almak" anlamına gelen "teveffa" fiili kullanılmıştır:

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..." (Al-i İmran Suresi, 55)

Bu ayetlerde geçen ve Türkçe meallerde "öldürme" ya da "vefat ettirme" olarak çevrilen kelime, "TEVAFFA” kelimesinden türemiştir. Ve bu kelimenin anlamı “ölüm” değil, "canın alınması"dır. İnsanın canının alınması ise her zaman ölüm anlamına gelmez. Örneğin "teveffa" kelimesinin geçtiği başka bir ayette, insanın ölümünden değil, uykudaki halinden bahsedilmektedir:

Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum) ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)

Dikkat edilirse bu ayette ve Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde “vefat ettirme” olarak tercüme edilen kelimeler aynıdır: "teveffa"!

İnsanın, gece içinde bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette kullanılan "teveffa" kelimesi de ölüme işaret etmemekte, "geceleyin canlarınızı alan" anlamına gelmektedir. Eğer "teveffa" kelimesi ölüm anlamında kullanılacaksa, o zaman tüm insanların her gece uyuyarak geçirdikleri vakitte biyolojik olarak öldüklerini söylemek gerekecektir. Uykunun bir tür vefat olarak değerlendirildiğini, ancak bununla biyolojik ölümün kast edilmediğini gösteren örneklerden biri de Peygamber Efendimiz (sav)'in uykusundan kalktığı zaman "Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamdolsun" (Buhari, 6312) dediğini bildiren hadis-i şeriftir.

Ünlü İslam alimi ve müfessir İbn Kesir de, Al-i İmran Suresi'nin tefsirini yaparken, diğer pek çok delil ile birlikte söz konusu hadis-i şerifi kullanmıştır. İbn Kesir'in tefsirinde, "teveffa" kelimesinin uykuya işaret ettiği, aynı kelimenin diğer ayetlerde ne şekilde yer aldığı gösterilerek açıklanır. Bu açıklamaların ardından, İbn Kesir, İbn Ebu Hatim'den rivayet edilen bir hadisi de kullanarak Hz. İsa (as)’ın ölmediğini şöyle açıklar:

İbn Ebu Hatim diyor ki; "Bize babam... Hasan'dan rivayet etti ki, o, 'Seni vefat ettireceğim..." ayeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: Burası, 'Seni uyku ölümü ile öldüreceğim, yani uyutacağım' anlamındadır ki, Allah Teala Hz. İsa'yı uykuda iken göğe kaldırmıştır... Cenab-ı Hak, Hz. İsa'yı şüphe götürmeyen bir gerçek olarak, uyku ile vefat ettirdikten sonra göğe çekmiş ve o dönemde kendisine eziyet eden Yahudilerin eziyetlerinden kurtarmıştır. (İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, Cilt I, s. 573-576)

İnkar edenlerin Hz. İsa (as)’ı şehit etmek amacıyla kurdukları tuzağın bozulmuş olduğunun önemli delillerinden biri de, Rabbimiz'in Hz. İsa'yı Kendisi'ne yükselttiğini bildirmiş olmasıdır:

... SENI KENDIME YÜKSELTECEĞIM (RAFIUKE), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran Suresi, 55)

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). BILAKIS (BEL); ALLAH ONU KENDINE YÜKSELTTI (REFEA). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)


Ayetlerde "rafiuke" ve "refea" olarak geçen kelimenin Arapça kökeni "ref" kelimesidir. Ref kelimesinin sözlük anlamı "yükselmektir." İslam alimleri ref kelimesini açıklarken, "ref kelimesi, alçaltmanın tersidir" demektedirler. İslam alimi Eşari, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini, Nisa Suresi'nin 158. ayeti ile birlikte açıklamış ve bu konudaki kanaatini şu şekilde ifade etmiştir: "Hz. İsa'nın diri olarak semaya ref edildiği (yükseltildiği) hakkında, ümmetin icmaı vardır." (Yani İcma-ı Ümmet demek: aynı asırda yaşamış olan İslam alimlerinden müçtehid olanların, bir mesele hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.)

Kuran ayetlerinden ve İslam alimlerinin yorumlarından açıkça görüldüğü üzere, Hz. İsa diri olarak, bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiştir. Bazı kimselerin öne sürdüğü gibi ayette bildirilen yükselme, Hz. İsa (as)'ın manevi olarak veya derece bakımından yükseltilmesi değildir. Allah, Hz. İsa (as)'a kurulan tuzağın bozulduğunu haber vermiştir. Tuzağın bozulması, Hz. İsa (as)’ın ölmemesi anlamına gelmektedir. Bu durumda, ayette haber verilen bilgi Hz. İsa (as)'ın manevi olarak değil, ruhu ve bedeniyle birlikte Allah Katına yükseltilmiş olmasıdır. İnkarcıların tuzakları Hz. İsa'nın canlı olarak Allah Katına yükseltilmesi ile bozulmuştur.

Nisa suresi, 158. Ayette geçen “bel” edatı da Arapça dilbilgisine göre Hz. İsa (as)’ın, Allah Katına diri olarak yükseltildiğinin delilidir.

ONU (Hz. İsa) KESİN OLARAK ÖLDÜRMEDİLER. BİLAKİS (BEL) ALLAH ONU KENDİNE YÜKSELTTİ Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)

Bel edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kurallarına göre kendinden sonra gelen cümle, bir önceki cümlenin tam zıddı olmalıdır.

Konuyla ilgili olarak, son dönem İslam alimlerinden Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de şu yorumda bulunmaktadır:

Nisa Suresi 158. ayette geçen ve bilakis (aksine) şeklinde tercüme ettiğimiz, 'bel' edatı olumsuzluk ifade eden bir cümleden sonra gelirse, Arapça dilbilgisi kaidesine göre kendinden sonraki cümle, kendinden önceki cümlenin tamamen zıddı olması gerekir. ÖLÜMÜN KARŞITI CANLILIKTIR. DİLBİLGİSİ KURALLARI BUNU GEREKTİRMEKTEDİR. ŞAYET BİZ "BURADA MANEVİ REF SÖZ KONUSUDUR" VE "HZ. İSA NORMAL OLARAK VEFAT ETMİŞTİR" DESEK BU KAİDEYE TERS DÜŞMÜŞ OLURUZ. ZİRA BU TAKDİRDE BEL EDATINDAN SONRA GELEN REF, EDATTAN ÖNCE GELEN AYNI ZAMANDA OLUMSUZ BİR CÜMLE OLAN ÖLDÜRME VE ASMA FİİLLERİNE TERS OLMAZ. ÇÜNKÜ BİR ŞAHIS HEM ÖLDÜRÜLMÜŞ HEM DE RUHU GÖĞE YÜKSELMİŞ OLABİLİR. AKSİ HALDE BU TABİR ANLAMSIZ OLUR Kİ, KURAN-I KERİM BÖYLE MANASIZ İFADELERDEN MÜNEZZEHTİR... Ref'in yalnız ruhen olduğunu savunanların tevillerine göre ayetin meali şöyledir: "Onu öldürmediler ve asmadılar... bilakis Allah onun derecesini yükseltti." Burada icaz (özlü söz) şöyle dursun, orta dereceli bir belagat (güzel söz söyleme sanatı) dahi yoktur... "Apartmanın asansörü beni hergün oturduğum dördüncü kata çıkarır" denildiğinde hiçbir akıllı insan bu sözden beni sadece ruhen dördüncü kata çıkarır şeklinde bir manayı anlamaz. O halde Hz. İsa da sadece ruhen yükseltilmemiştir. (Mustafa Sabri, Mevkıfu'l Akl, s. 233)

Ayetlerden ve İslam alimlerinin açıklamalarından görüldüğü gibi Hz. İsa ölmemiş, diri olarak Allah Katı’na alınmıştır.

HZ. İSA YERYÜZÜNE İKİNCİ KEZ GELECEK

Kuran’da ve hadislerde Hz. İsa ile ilgili haber verilen en önemli bilgilerden biri, Hz. İsa’nın ölmemiş olduğu ve kıyametten önce yeniden dünyaya döneceğidir. Bu gerçeğin Kuran’da yer alan pek çok delili vardır:

1. Delil:

"... sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..."

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)

Bu ayetlerde, kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa'ya gerçekten bağlı olan bir gruptan söz edilir. Ancak şu ana kadar böyle bir grup yaşamamıştır.

 Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Allah Katı’na yükselişinin ardından da Hristiyanlıkta hızla dejenerasyon başlamıştı.

Zamanla Hıristiyanlık özünden uzaklaşmış, hak dinden farklı bir dine dönüşmüştü.

Günümüzde ise Hıristiyanlar Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki sapkın inancı benimsemektedirler ve baba, oğul, kutsal ruhu simgeleyen batıl teslis inancına sahipler.

Bu durumda, ayetteki "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir bilgidir.

Samimi olarak Hz. İsa'ya uyanlar, onun yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaklar ve kıyamete kadar inkar edenlere üstün olacaklardır.

2. Delil:

"...ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur..."

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Bu ayetlerde "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi önemlidir. İslam alimlerinin ittifakıyla, ayette bildirilen "o" zamiriyle, Hz. İsa’dan bahsedilmektedir. Çünkü bu ayetten önceki ayetlerde "o" zamiri, yine Hz. İsa için kullanılmıştır.

Ayetteki “ölmeden önce” ifadesinde dikkat çekici bir husus daha vardır. Burada bildirilen, Hz. İsa’nın ölümüdür.

Oysa Hz. İsa ölmemiş, Allah Katı’na yükselmiştir.

Yani onun ölmesi için ancak yeryüzüne yeniden gelmesi ve yaşaması gerekir.

Dolayısıyla bu ayetler, Hz. İsa’nın dünyaya yeniden geleceğinin açık bir delilidir.

Ayrıca ayetlerde İlahi dinlere mensup olan herkesin Hz. İsa’ya iman edeceği bildirilir. Bu bilgi ise bugüne kadar gerçekleşmemiştir.

Hz. İsa’nın yeryüzüne yeniden inmesiyle birlikte Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona Müslüman olarak itaat edecek ve Hz. İsa da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir.

3. Delil:

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir alamettir..."

Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir alamettir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)

Bu ayette geçen “O” kelimesiyle Hz. İsa'dan bahsedildiği açıktır. Çünkü bu ayetin öncesindeki ayetlerde de Hz. İsa kastedilerek yine “o” zamiri kullanılmıştır:

O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. (Zuhruf Suresi, 59)

Nitekim Kuran tefsircilerinin ve büyük İslam alimlerinin hemen hepsi de bu ayetlerdeki “O” zamirinin Hz. İsa olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.

Dolayısıyla bu ayet, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne dair açık bir bilgidir. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını kıyamet saati için bir bilgi yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız.

Ayette bildirilen, Hz. İsa'nın içinde bulunduğumuz ahir zamanda yani kıyametten önceki son zaman diliminde, yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. Nitekim büyük İslam alimleri ve müfessirler de Hz. İsa’nın gelişinin kıyamet alametlerinden biri olduğu konusunda ittifak etmişlerdir..

Taberi Tefsiri’nde ise bu ayet, şu şekilde açıklanmaktadır:

Hz. İsa’nın zuhur etmesi, kıyamet saatinin gelişini bildiren bir alamettir. Çünkü onun zuhuru, kıyamet alametlerindendir. Yeryüzüne inişi, dünyanın sonunun geldiğine ve ahiretin başlangıcına delildir. (İmam Taberi, Taberi Tefsiri, Cilt III, s. 2166)

4. Delil:

"... Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek..."

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110)

Bu ayetlerde, Tevrat ve İncil dışında, bir başka İlahi bir Kitab'ın daha Hz. İsa'ya öğretildiği haber verilmektedir.

Bu kitabın hangi kitap olduğu, kuşkusuz, çok önemlidir. Kuran’da yer alan diğer ayetleri incelediğimizde, “kitap” ifadesinin Kuran’a işaret ettiğini görürüz.

Hz. İsa’ya öğretilecek olan üçüncü kitabın Kuran olduğu ve bunun da ancak Hz. İsa’nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceği açıktır. Çünkü Hz. İsa Kuran’ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. Dolayısıyla yaşadığı dönemde Kuran’ı öğrenmiş olması, mümkün değildi.

Peygamber Efendimizin hadislerinde de, Hz. İsa’nın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil’le değil Kuran’la hükmedeceği bildirilmiştir.

Kırk (40) yıl Allah’ın kitabı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s.92)

Hz. İsa yeniden yeryüzüne gelecek ve Kuran’ı bu gelişinde öğrenecektir.

5. Delil:

"... Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..."

Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir... (Al-i İmran Suresi, 59)

Bu ayette de Hz. İsa'nın dönüşü haber verilmektedir.

Tefsir alimlerinin birçoğuna göre bu ayet, her iki peygamberin de babasız olmasına işaret eder. Hz. Adem nasıl Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılmışsa Hz. İsa'da yine Allah’ın "Ol" emriyle babasız doğmuştur.

Ancak ayette bildirilen ikinci bir bilgi daha vardır.

Hz. Adem cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa da Allah'ın Katı’ndan yeryüzüne indirilecektir

6. Delil:

"... doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün..."

Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de. (Meryem Suresi, 33)

Bu ayette Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir.

7. Delil:

"... beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…"

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…" (Maide Suresi, 110)

Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)

 “Kehlen” kelimesi Kuran’da yalnızca bu ayetlerde ve Hz. İsa için kullanılır.

Bu kelimenin anlamı ise, "Otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse"dir.

İslam alimlerine göre bu kelime 35 yaş sonrası döneme işaret eder.

Ancak İslam alimleri, hadislere dayanarak Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katı’na yükseldiğini bildirirler.

Dolayısıyla Hz. İsa ilk yaşamında "kehlen" devrine gelememiştir.

Bu ise, yeryüzüne yeniden geleceğine ve ikinci bir hayat yaşayacağına dair bir işaret olabilir.

Nitekim İmam Taberi, “Taberi Tefsiri” isimli eserinde bu ayetlerdeki ifadeleri şöyle açıklar:

Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı… (İmam Taberi, Taberi Tefsiri, 2. cilt, s.528; cilt 1, s.247)

PEYGAMBERİMİZ (SAV), HADİSLERİNDE HZ. İSA’NIN BU YÜZYILDA GELECEĞİNİ HABER VERMİŞTİR

Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu ve ahir zamanda yeryüzüne yeniden gelecek olması hadislerde detaylı olarak yer almaktadır. En büyük ve güvenilir hadis kaynakları olarak kabul edilen Kütüb-i Sitte'de, İmam Maliki'nin Muvatta'sında, İbn Huzeyme ve İbn Hibban'ın Sahih'lerinde, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsned'lerinde Hz. İsa (as) ile ilgili hadisler bulunmaktadır. Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu ve yeniden dünyaya geleceği konusunda kanaat belirten İslam alimlerinin başında mezhep imamımız olan Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

Deccalin, ye'cüc ve me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, Hz. İsa'nın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde aktarıldığı üzere, haktır, olacaktır. (Ebu Hanife, Nu'man b. Sabit (150/767), Fıkh-ı Ekber, Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara, 1982)

Hz. İsa (as)'ın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lugat'te şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.

Hz. İsa (a.s.) ile ilgili hadis-i şeriflerin bazıları ise şöyledir:

Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek... (Sahih-i Müslim, Bir Şerhin-Nevevi, Cilt II, s. 192; Kitab-ul İman, Bab-u Nuzül-i İsa İbn-i Meryem, Kenzul Ummal, 14/332)

İsa bin Meryem adil bir hakim ve adaletli bir imam olarak inmedikçe kıyamet kopmayacaktır... (Sünen-i İbni Mace, 10/340)

Hz. İsa (as), Hz. Mehdi (as)'a Tabi Olacak Ve Hz. Mehdi (as), Namazda Hz. İsa (as)'a İmamlık Yapacaktır

Nihayet Meryem oğlu İsa iner ve Müslümanların emiri (Mehdi) ona: "Gel, bize namaz kıldır" der. Bunun üzerine Hz. İsa: "Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer bir kısım üzerine emirlersiniz" der.  (Sahih-i Müslim, c. 1, s.209)

İbni Ebi Şeybe, Musannef'inde, İbni Şirin'den tahric etti. Dedi ki: Mehdi bu ümmettendir ve İsa (as)'a imam olacaktır.  (Kitabül Burhan fi Alametil Mehdiyyil Muntazar, s. 79)

Nuaym b. Hammad, Abdullah b. Amr'dan tahric etti. Dedi ki: Mehdi, İsa İbni Meryem'in üzerine ineceği ve arkasında namaz kılacağı kimsedir.  (Kitabül Burhan fi Alametil Mehdiyyil Muntazar, s. 79)

Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre'den tahric etti. Buyurdu: Meryem oğlu İsa (as) aranıza indiğinde ve imamınız (Mehdi) sizden olduğunda, bakalım ne yapar sınız?  (Kitabül Burhan fi Alametil Mehdiyyil Muntazar, s.79)

 

Hz. İsa (as) Geldiğinde Dünya Barış ve Huzurla Dolacak

Hz. İsa Yeni Bir Şeriat Getirmeyecek, İslam Ahlakını Hakim Edecektir

Kırk (40) yıl Allah'ın kitabı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 92)

Hz. İsa, Ümmet-i Muhammed'e peygamber olarak değil, şeriat-ı Muhammediyyeyi tatbik etmek için gelecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 68)

Hz. İsa (as) inecek ve Resulullah Efendimiz (sav)'in şeriatına tabi olacaktır. (Mektubat-ı Rabbani, 2/1309)

Hz. İsa Döneminde Yeryüzü Barışla Dolacaktır

Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir. (Sahih-i Müslim, 1/136)

Savaş (erbabı) da ağırlıklarını (silah ve malzemelerini) bıracak. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/334)

İnsanlar Güven İçinde Olacaklar

Yeryüzüne öyle bir emniyet (güvence) gelecektir ki, yılanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar da koyunlarla beraber otlayacak, çocuklar da yılanlarla oynayacak, yılanlar onlara zarar vermeyecektir. (Ahmet İbni Hanbel, No. 9281-9638)

İnsanlar arasındaki düşmanlıklar ve kin kalkacak. Akrep ve yılanların zehirleri olmayacak, hatta bir çocuk eliyle yılanla oynayacak da yılan onu sokmayacak. Kız çocuğu arslanı kaçırmaya zorlayacak da arslan ona ilişmeyecek. Kurt, koyunlar arasında sanki bir çoban köpeği imiş gibi bekleyip duracak (Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5. cilt, s. 370-371-372)

Hz. İsa, yeryüzünde hiçbir akrabası ve tanıyanı olmamasıyla tanınacaktır!

Allah, Al-i İmran Suresi’nin 45. ayetinde Hz. İsa’nın hem dünyada hem de ahirette seçkin, onurlu, saygın ve Allah’a yakın kılınanlardan olduğunu bildirmiştir. Allah’ın ayetinin bir tecellisi olarak, tüm peygamberler gibi Hz. İsa da, çevresindeki insanlar arasında saygınlığıyla, seçkin ve onurlu oluşuyla tanınacaktır.

Görenler, onu, daha bakar bakmaz tanıyacak, kalplerinde bu konuda hiçbir şüphe oluşmayacaktır. Ancak bunlar dışında, onu insanlara tanıtan başka belirtileri de olacaktır. Şüphesiz, bunların en önemlilerinden biri, Hz. İsa’nın dünyada bir ailesinin, hiçbir akrabasının, eskiden tanıdığı tek bir kişinin olmamasıdır.

Dünya üzerindeki tek bir kişi, “Ben onu daha önceden tanıyorum, şu zaman görmüştüm, onun ailesi ve yakınları şu kimselerdir” gibi bir iddiada bulunamayacaktır. Çünkü onu tanıyan tüm insanlar, bundan 2000 sene önce yaşamış ve ölmüşlerdir.

Kuşkusuz bu kıstas, dönem dönem ortaya çıkan sahte mesihlerin de asılsız iddialarını çürütür. Çünkü tüm çocukluğu insanlar arasında geçmiş, çok sayıda çocukluk resmi olan, kendisini küçüklüğünden itibaren tanıyan sayısız kişiye sahip bir insanın Hz. İsa olduğunu iddia etmesi, son derece mantıksızdır.

Hz. İsa’nın yeryüzüne yeniden gelişinde ise, onun Hz. İsa olduğundan şüphe edilmeyecektir. Hiç kimse “Bu kişi Hz. İsa olamaz” diyecek bir sebep bulamayacaktır. Çünkü Hz. İsa, Allah Katı’na yükseldiği haliyle, o zamanki kıyafetiyle gelecek, hiçbir insanın asla taklit edemeyeceği üstün özelliklere sahip olacaktır.

HZ. İSA'YI EN GÜZEL ŞEKİLDE KARŞILAMAK

Kuran’da apaçık bildirilen deliller ve dünya üzerindeki yaşanan gelişmeler, çok önemli ve kutlu bir haberi müjdelemektedir.

Hiç şüphesiz Hz. İsa, içinde bulunduğumuz ahir zamanda yeryüzüne tekrar gelecek ve insanları hak din olan İslam’a yönlendirecektir. Bu ise yeryüzündeki tüm insanlar için çok büyük bir müjde, sevinç ve şevk kaynağıdır.

Hz. İsa'nın gelişi, Allah’ın tüm insanlığa verdiği bir nimet ve lütuftur. Çünkü onun gelişiyle birlikte, dünya üzerindeki tüm kargaşa son bulacak, Kuran ahlakı dünyaya hakim olacak, her bakımdan üstün bir dönem yaşanacaktır.

 Yapmamız gereken ise, bu güzel gün için en iyi şekilde hazırlanmak ve yeryüzüne ikinci kez gelecek olan bu mübarek peygamberi en güzel şekilde karşılamaktır.

Nitekim Allah biz Müslümanlara, Hz. İsa'ya yardımcı olan havariler gibi olmamızı emretmektedir:

Ey iman edenler, Allah'ın yardımcıları olun: Meryem oğlu İsa'nın havarilere: "Allah'a yönelirken benim yardımcılarım kimlerdir?" demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: "Allah'ın yardımcıları bizleriz." Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler. (Saff Suresi, 14)

 

]]>
http://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/249964/hz-isa-gelecekhttp://yaratilisatlasi.com/tr/HD-Belgeseller/249964/hz-isa-gelecekSat, 10 Jun 2017 03:26:07 +0300