Sayın Adnan Oktar'ın 28 Ekim 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar

A9 TV, 28 Ekim 2017

 

(Belçika’nın Anvers kentinde gösteri yapan terör örgütü PKK yandaşları Türklere saldırdı. Çıkan olaylarda 1’i polis olmak üzere en az 8 kişi yaralanırken 50’den fazla PKK yandaşı gözaltına alındı.)

Belçika benim kanaatim korkuyor PKK’dan, Fransa da korkuyor. Şirret pislikler diye dünya çekiniyor. Halbuki dünyanın her yerinde hizaya getirme kararı alsalar bunlar amiyane tabirle eşek gibi adam olurlar. Ama komünist ve solcu kafa dünyada çok yaygın olduğu için, ateist, Darwinist, materyalist felsefe yaygın olduğu için bunlara olumlu gözle bakılıyor benim gördüğüm. Her halükarda net çözümün Mehdiyet olduğu yine karşımıza çıkıyor. Nereden baksak tek çözüm Mehdiyet olarak karşımızda. Başka hiçbir çözüm görülmüyor.

 

Mehdiyet En Berrak En Net Şekliyle Kuran’da Açıklanmıştır. Nur Suresi’nin 55. Ayetinde İslam Ahlakının Dünya Hakimiyeti Bildirilir

Sadece Kuran okuyarak Hz. Mehdi (as)’ın gelmesini tabii öğrenebiliriz. Çünkü bir fevkaladelik var. Ne diyor Allah ayette Nur Suresi’nin 55. ayetinde ve birçok Kuran ayetinde; “İslam dünyaya hakim olacak” diyor. Şimdi aklı başında olan insan der ki “İslam dünyaya hakim olacağına göre mutlaka bu hakimiyetin bir başı vardır” değil mi? Ben bu başa ne isim verirsem vereyim fark etmez. İster Mehdi de, ister Hadi de, ister Sahib-i Zaman de, ister lider de, başkan da diyebilirsin başka bir şey de diyebilirsin fark etmez. Zaten Kuran’da bu çok net ortaya çıkıyor “Ben sizi birleştirip bir araya getireceğim” diyor Allah “dünyanın neresinde olursanız olun ve İslam’ı dünyaya hakim edeceğim” diyor ve “İsa Mesih’e de inanmadık hiçbir fert bırakmayacağım” diyor. O zaman nedir bu? Hz. İsa Mesih (as)’a diyor ki Allah “Sana inananları kıyamete kadar hakim edeceğim” diyor her yönüyle. Nur Suresi 55’te de çok net hakimiyetten bahsediyor “dünya hakimi olacaksınız” diyor Allah. Örtülü açıklamalara baktığımızda da Kehf Suresi’nin baştan sona bir olayı anlattığını görüyoruz. Bir konu anlatılıyor, birbiriyle tamamen bağlantılı. Kesintisiz bir bağlantı var, başından sonuna kadar sure bir konuyu anlatıyor, her yönüyle Mehdiyet’i görmüş oluyoruz. En berrak Kuran’dadır Mehdiyet, en berrak en net şekliyle.

 

Tayyip Hocam’ın Suriye Sınırına Yaptırdığı Duvar Bir Nevi Seddi Zülkarneyn’dir

Tayyip Hocam niye set yapıyor Güneydoğu’ya? İşte IŞİD, PKK falan gelmesin diye boydan boya Güneydoğu’ya büyük bir set yapıyor. O bir nevi Sedd-i Zülkarneyn’dir. Tam terörün anarşinin en azgın olduğu yer. Onu engellemek için betonarme mesela demir kullanılıyor, bakır da kullanılıyor büyük dev bir set yapılıyor. İşte ahir zamanın bir nevi Sedd-i Zülkarneyn’i. Sedd-i Zülkarneyn’ler her yerde oluşuyor oluşur. Yani zalimlerin saldırganların oyunlarını bozmak için yapılan setler. Ama zaman gelecek Mehdiyet devrinde setler kaldırılacak, setler yıkılacak. Çünkü gereksiz olacak anlamı kalmayacak, her yeri barış, sevgi kaplayacak. Ama şu an zulüm kapladığı için zulme karşı set şart, zırh şart.

Kehf Suresi 94, bak hepsi Mehdiyet’le ilgili bağlantılı görüyor musunuz? Sedd-i Zülkarneyn Kehf Suresi’nde hep Mehdiyet Mehdiyet Mehdiyet. Şeytandan Allah’a sınırım, Kehf Suresi 94: “Dediler ki: ‘Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar” yani terör ve anarşi. Ahir zamanın en büyük olayı ne? Terör ve anarşi her yerde yaygın, deccalın silahıdır bu “bizimle onlar arasında bir set inşa etmen için sana vergi verelim mi?” Yani bunlarla savaşarak değil de setle mücadeleden bahsediliyor. Yani mesela Hz. Zülkarneyn (as)’a demiyorlar ki “git bunların kafasını ez, kafalarına kurşun sık, askeri operasyon yapalım” demiyor. Ne diyor? “Kan dökmeden halledelim” diyor “kan dökmeden, sadece bunların azgınlığına engel olalım, izole edelim, etkisizleştirelim” diyor. İşte fikir de bir Sedd-i Zülkarneyn’dir kan dökmeden meydana gelen engeldir. Mesela Sungur Ağabey’e gittiğimde ben rahmetli, Bediüzzaman’ın en ünlü talebelerinden biliyorsunuz Sungur Ağabey. Oturuyordu, ben Sungur Ağabey’e bir şey sorduğumda normal cevap verirdi ama kendiliğinden konuştuğunda çok harika şeyler konuşurdu. “Adnan kardeş” dedi “sen Sedd-i Zülkarneyn oldun” dedi “kitaplarınla, eserlerinle” dedi “ve faaliyetlerinle, seni aşıp küfür bize gelemiyor” dedi. Bak “seni aşıp bize gelemiyor, eğer sen olmasaydın doğrudan bize gelirlerdi” dedi “ama seni aşamıyorlar” dedi. Bak “seni aşıp bize gelemiyorlar” dedi.

 

Amellerin Yazılması Kağıda Yazılma Gibi Değildir. Amel Defteri Diye Haber Verilen Görülmeyen Bir Bilgi Kaynağı da Olabilir

Bir kağıda yazma falan yok, hafızalarında tutarlar. Ama tabii ayrıca bir bilgiyi toplayan bir şeyden bahsediliyor amel defteri tabir edilen bir şey. Belki bu görünmeyen bir şey de olabilir yani görünmeyen bir zeka da olabilir. Mesela amel defteri eline verilmiştir elindedir “şu an elinde” denir ama görünmez. Nasıl beynin içindeki akıl görünmüyorsa, beynin içindeki akıl görünmüyor, elinin içindeki o aklı da göremeyebilir. Ve o akıl her şeyi ona anlatır. “Sen şunu yaptın bunu yaptın bunu ettin” yani insan aklı nasıl aynısı. O illa beyninin içinde duracak diye bir şey yok avucunun içinde de durur.

 

(“Şiir ve şairlik Kuran’da bahsediliyor mu?” izleyici sorusu)

Peygamberimiz (sav)’le mücadelede şairlerin şiirini kullanıyorlardı. Şiir ve şairlik kötü bir şey değil. Güzel bir şey ama o zamanın basını oydu. Yani o zamanın medyası. Adam çıkıyordu, Kâbe’nin üzerine çıkıyor halk toplanıyor. Orada bir şiir okuyor. Mesela Peygamberimiz (sav)’in aleyhine bir şiir. Kafiyeli, adamlar da ezberliyorlar şiiri o ona söylüyor o ona söylüyor. Bu muazzam yayılıyor. Aleyhte propaganda da kullanıyorlardı. Fakat Peygamberimiz (sav)’i de şairlikle suçladılar. Dediler ki “kendisi bir şairdir” dediler. “Birisi ona öğretiyor.” Çünkü Kuran’ın ahengi var ya muhteşem çok güzel bir akıcılığı var. Ona çözüm bulamayınca açıklama getiremeyince, çok ileri derecede eğitim yapmış çok bilgili mükemmel bir şair olduğuna kanaat getirdiler. Ve onu şair olmakla itham ettiler. “Aklına gelen güzel şeyleri söylüyor şiirle” dediler. “Ama başkası da öğretiyor” diyorlar “arkasından.” Kardeşim şimdi münasebetsizlik olur mu bu kadar? Yani öğreten varsa daha akıllıysa Peygamberin şairliğine ne gerek var orada yani? O zaten şair olarak anlatır. Dolayısıyla münasebetsizlikte sınır tanımıyorlardı. Peygamberimiz (sav) yalnız oluyor. Nerede, kim öğretecek ona?  Etrafında sahabeler var. Gece gündüz sahabelerle yaşıyor. Yani onlarca sene beraber yaşadılar. Yabancı hiç kimse de gelmiyor yanına. Ahlaksızlık olsun, sırf itiraz olsun başka bir şey değil. Peygamberimiz (sav)’i şairlikle işte mecnunlukla, deli olduğunu söylediler. Sapkın olduğunu söylediler. Hiçbiri etkili olmaz. Müminler hakkı, adaleti, doğruyu hemen imanın nuru ile görürler.

 

Hz. Yusuf’un Akıl Kalitesi Çok Yüksekti. Kadınları Etkileyen de Güzelliğinden Ziyade Çok Yüksek Akıl Sahibi Olması ve Kişiliğinin Kalitesiydi

Yusuf (as)’un güzelliği de kişiliğinden meydana gelen bir heybet vardı. Çok keskin ve çok akıllı bakıyordu. Yani akıl kalitesi çok yüksekti. Kadınların etkilenme nedeni oydu. Hz. Yusuf (as)’un yüzündeki ifadeden çok etkileniyorlardı. Zaten üsluptan bu anlaşılıyor. Diyorlar ki “Allah’ı tenzih ederiz bu ancak melek olabilir” diyorlar. Çünkü beden olarak böyle bir benzetme yapamazlar. Meleğe nasıl benzetsin beden olarak? Belli ki orada bir kişilik, çok yüksek bir akıl ve karakter var. Bakar bakmaz kadınlar adeta hipnoza giriyorlar. O kadar etkileyici. Çok keskin ve çok akıllı bakıyor. Ama beden olarak tabii ki çok düzgün ve güzeldi. Ama rastlanmayacak bir beden değil. Yani geniş omuzlu, atletik düzgün. Güzel, eli yüzü hatları düzgün. Yeşil gözlü Yusuf (as). Çok güzel, küçük burunlu, elleri zarif hoş bir insan. Mükemmel bir insan. Ama o devirde çok fazla yakışıklı delikanlı vardı Mısır’da zibil gibi. Atletik Hz. Yusuf (as)’dan daha iri daha yapılı insanlar da vardı. Çok gösterişli delikanlılar vardı. Ama aklı hiçbirinin Hz. Yusuf (as) gibi değildi. Muazzam keskin bir akla sahipti Hz. Yusuf (as). Kadınları etkileyen de akıldı. Yüzündeki aklın tecellisiydi. Kadınları en çok heyecanlandıran etkileyen şey erkekteki akıldır. Ve samimiyettir. Derinlik gücüdür ve tutkudur. Yoksa eti kemiği falan olsa sığır gibi çok fazla adam var akılsız. Yani kadınlar nefret eder öyle şeyden. Hiç hoşlanmazlar yani. Varsa yoksa akıl, güven, samimiyet, derinlik ve tutku. Ruhtaki o deli aşk heyecanı. O deli elektrik. Kontrol edilemeyen sonsuza doğru giden o çılgın coşku. Mühim olan budur.

 

(“İnsan kendine güveni nasıl elde eder?” izleyici sorusu)

İnsanın kendine güveni diye bir şey olmaz. O çok tehlikelidir. İnsan Allah’a güvenir. Allah’a güvenerek her şeyi yapar. Çünkü Allah’ın ruhundan bir parçayız biz. İnsan kendine güvendiğinde perişan olur. Hep ezilir. Hep kaybeder. Hep mağlup olur. Ve muazzam bir hayat mücadelesi içerisine girer ve ona zaten hayat mücadelesi deniliyor. Her mücadeleyi de kaybeder. Ve acı çeker. Kazandığını zannettiğinde de kaybetmiş olur. Ama Allah’a kul olan bizler Allah’a tam teslim olup sırf Allah için yaşarsak her şeyi Allah’ın yaptığını bilirsek ki öyle hem şirk koşmamış oluruz hem tevhidi tam uygulamış oluruz. Tevhit dinine tam uymuş oluruz. Hem Allah’ın kuvvetinin ve gücünün yaşanmasına, kendi bedenimizde yaşanmasına dua etmiş oluruz. Öbür türlü aksi halde hep acı ve ızdırap olur.

 

Cennette Dünyadaki Gibi Sebep Sonuç İlişkisi Yoktur. Müzik Dinlemek İçin Müzik Aleti Şart Değildir. Bir Fincan da Şarkı Söyleyebilir, Ağaçlar da

Sebep-sonuç ilişkisi cennette yok. Yani müzik aleti olur ama içinde alet edevat olmaz. Boştur. İstersen olur ayrı ama yok. Öyle bir şey yok. Müzik aletine gerek olmuyor. Herhangi bir şey mesela bir ağaç müzik aleti olur. Fincan da şarkı söyleyebilir sana. Oradan sana sofra da çıkarabilir fincan. “Bana yemek hazırla” dersin gider hazırlar. Hepsi akıllıdır. Ama burada tabii ayakkabı niye giyilir? İşte yerdeki taşlara ayağımız çarpmasın, ayağımız rahat etsin diye. Cennette ayakkabı sırf süs içindir. İhtiyaç için olmaz. Elbise de süs içindir. İhtiyaç için olmaz. Yemek de sırf zevk içindir ihtiyaç için olmaz. Yani insan mesela bir stadyum kadar yemek yer ama hiçbir şey olmaz. Yani vücudunda sadece bir esans tarzında bir salgı oluşuyor insan vücudunda, salgı bu bunun dışında bir şey yok. Cildinde güzel koku salgılayan gül gibi güzel koku salgılayan bir sistem var o kadar. Ne kadar yerse yesin. İç organları da yok insanın. Normalde mide olması lazım. Diğer organlar olması lazım. İç organları yoktur. Kan akışı yoktur. Kan yok insanın bedeninde cennete. Vücut salgıları yok. Ama isterse olur yani. Ama ona yakışacak kadar var. Yani insanın gözünde bir salgı var. Ama öyle rahatsız edecek bir şey tarzında değil. Mesela saat olur ama içinde aleti olmaz. Hiçbir sistemi yoktur. Öylesine çalışır. Mesela lamba olur ama elektrik tesisatı olmaz. Direkt yanar. Doğrudan yanar. Yani mesele soğutucu, serinletici onların hiçbirine ihtiyaç yoktur. Mesela araba olur benzini falan yoktur. Tekeri falan yok. Gider yani. Ama istersen de olur. Aklından geçirmen yeterli o anda. İstemen yeterlidir.

 

(Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan bugün yaptığı açıklamada şunları söyledi. “Bize Irakta ne işin var diyenlere sormak lazım. Peki sizin buralarda ne işiniz var? On binlerce kilometrelerce uzaktan gelip burada yaptıklarını kendilerine hak görenler bize ‘ne işiniz var?’ diye soramaz.”)

Terbiyesizlik yapıyorlar tabii. Ne işiniz var diye. Sen katliama geliyorsun. Türkiye de katliamı durdurmaya çalışıyor. Katliamı durdurmaya çalışıyoruz deseydi keşke Tayyip Hocam. Cinayetleri durdurmaya çalışıyoruz. Tabii. Katiller basmış burayı katilleri durdurmaya çalışıyoruz deseydi. Bunlardan lafını sözünü esirgemesin yanındayız.

Çok iyi Tayyip Hocam’a dedim ki gençleri topla Tayyip Hocam’a sevgilerini göstersinler. Çok iyi oldu. Daha kalabalık bir şey yapalım bir de. Gençler slogan yıkacak kardeşim. O ne? İyi organize edemediler gençleri coşkuları güzel, sevgileri güzel ama sloganlar daha kontrollü olması lazım daha gür olması lazım. Yani sloganları kontrol eden gençler olması lazım. Başladın mı o dalgalanma tarzında devam edecek. Tayyip Hocam’a açık havada bir şey yapalım. Şöyle iki üç milyon kişiyi toplayalım. Nazarı kırar iyi olur. Nazarı çatlatır. Ama bu iyi oldu. Çok iyi oldu. Bak daha iki-üç gün oldu söyleyeli gençleri toplamışlar. Çok güzel oldu. Gençlerin coşkusu da iyi ama organizasyon çok önemlidir. Organize olmaları. O genç grupların başında tecrübeli gençler olması lazım. Onları da tek bir genç kontrol etmesi lazım, sloganlarda. Tayyip Hocam’a teşci. Yiğidimizden, sakın ha. Hazıra konmak isteyen tipler var hiçbir emek vermemiş. Tayyip Hocam bütün ömrünü, gençliğini verdi Allah için. Sen ne yapmışsın? Orda, burada gezinmişsin bir de bakmış ki bir kalabalık “tamam ya hemen bir sahip çıkalım” öyle olmaz hazıra konmak yok. Çekirdekten mücahitse kabul ederiz, çekirdekten dava adamıysa. Sen orda, burada gez gez gez sonra “Aa bak burada bir kalabalık varmış hadi bakayım ben sizin başınıza geliyorum” yok öyle şeyi kabul etmeyiz.

 

Ruh, Şirk Olan Yerde Sıkılır. Allah’a Bağlanır Bağlanmaz Sıkıntı Kalkar. Sıkıntı Varsa Şirk Batağı Var Demektir

Vicdanla çatışan ruh bunalır yani o bir sinyaldir “beni bundan kurtar. Şirkten çık, şirki hemen bırak ben de rahatlayayım, şirkten bunaldım” anlamındadır yani ruhun sıkılması mesela bir yere gidiyor adam diyor ki “ya ben burada sıkıldım.” Niye sıkılıyor? Çünkü şirk var orada. Ruh sıkıldığı için ona sinyal veriyor “hemen çık oradan kurtul.” Mesela bir film seyrediyor “ben bundan sıkıldım” diyor çünkü şirk dolu boş. Yahut tevekkülsüz bir şeyde tevekkül edemiyor gizlice şirk koşuyor mesela bir korku geliyor içine ondan sıkılıyor, birine sinirleniyor şirk koştuğu için vücut sıkılmaya başlıyor “ya çok sıkıldım” diyor. Sıkılmasının nedeni tevekkül etmemesidir, Allah’a bağlanmamasıdır, Allah’a bağlanır bağlanmaz sıkıntı kalkar, kesin alamettir. Sıkıntı; şirk batağı var demektir sıkıntı varsa hemen Allah’a sığınacak. Allah’a sığındığında şirk kalkar. Ruh zaten şuurdur ruh, şuurdur yani benliktir tabii ki acıyı bilir, Allah da acıyı bilir ama Allah acıdan etkilenmez yani bizim bütün çektiğimiz acıları Allah aynısıyla hisseder, bilir ama Allah’a etki etmez. Çünkü biz acıyı neden önemli görüyoruz? Bizde tahribat yapacak, zarar verecek diye önemli görüyoruz. Mesela acı biber yiyoruz ağzımızı feci şekilde yakıyor eğer o biberin acısının ona fayda vermeyeceğine inansa, zarar vereceğine inansa şahıs o muazzam ızdıraba dönüşür, büyük bir felaket olarak alır onu acıyı ama zevk vereceğine inandığı için ve sağlığına iyi geleceğine inandığı için acıdan ağzı uyuşuyor hiç acıyı terk etmiyor.

 

(“Oruç borçlarını hemen tutmalı mıyız?” izleyici sorusu)

Yo, sağlık durumuna göre. Eğer zindeysen mesela bazen ramazandan hemen sonra oruç tutmaya başlıyorlar. Kardeşim daha oruçtan yeni çıkmışsın vücudun değil mi bir imtihandan geçmiş, bünyen orda bir dayanıklılık sınavından geçtiğine göre bünyeni bir toparlaman lazım, dinlendirmen lazım. Çünkü mesela sen savaşa giriyorsun adam kaç saat, on altı saat savaşıyor şimdi bu dinlenmesi gerekir, olmaz. Oruç tutan da bir ay oruç tuttuysa biraz vücudunu dinlendirmesi lazım. Hacca giden hacca gitmiş mesela yürüyerek gidiyor bazen vücudunu dinlendirmesi lazım. Yorucu ibadet olmaz o yüzden biraz vakit geçtikten sonra, dinlendikten sonra vücudunu zinde görüyorsa oruç borçlarını tutabilir ama hemen akabinde bence doğru değil.

 

Mümin Zorluklardan Geçerek En Güzel Şekilde Eğitilir. Tarif Edilemeyen Muazzam Bir Güzellik Olan Sevgiye Kavuşmak Ancak Zorluklardan Geçerek Mümkün

Zorluk olmazsa zaten Allah esirgesin insan hayvandan aşağı olur öyle çok kötü olur. Zorluk gelmiyorsa zaten büyük bir ihtimalle de ölüdür öyle birisi. Bazen öyle tipler oluyor “hayatta” diyor “hiç bana zorluk gelmedi” diyor. Bilin ki ölü, öyle bir şey olmaz. Mutlaka zorlukla karşılaşması gerekir başka türlü eğitilmesi mümkün değildir Müslümanın. Başka yol var mı? Düşünün herkes düşünsün başka hiçbir yol yok. Sevgi için çünkü sevgi müthiş bir güç tarif edilemeyen muazzam bir güzellik yani her şeye anlam kazandıran muazzam bir güzellik. Ama sevgi zorluk olmadan oluşması mümkün değil ve boş, anlamsız olur çünkü sevginin bir zenginliği olması gerekiyor. Zeminde mesela bir kabadayılık, yiğitlik, fedakarlık, sabır, şefkat, merhamet, cömertlik. Egoistlik, bencillikten uzak olmaz böyle müthiş bir zengin zemin üstüne oturması lazım sevginin. Sevgiyi sen rahatlığın, keyfin üstüne oturtturursan bomboş bir zemine oturtmuş oluyorsun yani o dediklerin de zaten olmayan boş şey olduğu için sevgi zemini olmayan bir yere gelmiş oturmuş oluyor sevgi ölür öyle bir sistemde olmaz. Sevginin yetişeceği bahçede yiğitlik, kabadayılık, dürüstlük, akıl, dirayet, sabır, nezaket, lütuf, vefa say say say bitmez böyle.

 

İngiliz Derin Devleti Bütün Milletin Gözü Önünde Etkisiz Hale Geliyor, Görülmemiş Bir Mucize Meydana Geliyor

Devlete bayağı sızmışlar, hükümete de bayağı sızmışlar. Allah felaketten döndürdü. Mehdiyet’in bereketiyle mucize oldu. Yoksa AK Parti’ye acayip sızmışlar. Çok büyük olay yani çok büyük beladan döndük. Bu 15 Temmuz olayları falan çok büyük beladan döndük. Devletin her köşesine, her yerine yerleşmiş İngiliz derin devleti. Ama bütün milletin gözü önünde tarihin kaydettiği en büyük mucizelerden biri oldu. İngiliz derin devleti kazındı devletten. Bütün milletin gözü önünde görülmemiş bir mucize meydana geliyor. Harıl harıl İngiliz derin devletinin elemanları kazınıyor devletten. Hükümette halen tabii İngiliz eğilimli adamlar var ama çok sinmiş vaziyetteler. Çok çok sinmiş vaziyetteler. Tayyip Hoca’yı bir şekilde devirmenin yollarını arıyorlar. Bir kısmı biraz cesaretleniyor gibi oluyor, höykeleniyor gibi oluyor ama üstüne gidince hukukla kanunla onlar da lastiklerini gevşetiyorlar, devam. Hiçbir şey olmamasının nedeni Mehdiyet’in meydana getirdiği harikadır. Allah alenen mucize meydana getiriyor. Bakın şimdi ileride tarih kitapları bunu yazacak. Türkiye’de olan olay dünya tarihinde görülmemiş bir olaydır. Deccalın pençesi tek tek her yerden sökülüyor. Devlete o kadar pençesini takmış ki, devleti allak bullak edecek güçteyken bütün pençeleri teker teker söküldü. Bu Mehdiyet bereketiyle oldu. Halen devam ediyor ve devam edecek. Ama bakın hiç kimse farkına varmıyor dikkat ediyor musunuz? Ne olayın büyüklüğünü görebiliyorlar ne meselenin fevkaladeliğini fark edebiliyorlar. Bu Allah’ın bir sanatı işte. Çok büyük bir mucizedir bu.

 

Bir Kaderin İçinde Olduğunu Fark Edemeyen, Her Şeyi Kendi Yaptığını Zanneden İnsan Hep Gerginlik İçinde Yaşar

Öfkelenen insan Allah’ı unutuyor, her şeyi Allah’ın yarattığını unutuyor. An an Allah’ın yarattığının farkında değil. Bir kaderin içinde hareket ettiğinin farkında değil. Bir kaset gibi sistemin çalıştığının farkında değil. O an her şeyi kendi yapıyor zannediyor. Şirk koşunca kontrolden çıkıyor. Allah esirgesin tansiyonu çıkıyor, kalbi çarpmaya başlıyor, cam çerçeve kırmaya kalkıyor, deliriyor. Her şeyi kendi yaptığını zannetmesinden kaynaklanıyor. Halbuki her şeyi an an Allah yaratır. Akıllıca baksa o işleyen kaseti ona gösterseler zaten hiç yapmaz. Mesela daha dünyaya gelmemiş onunla ilgili film var. Sinirlendiği an var böyle yeri göğü birbirine katıyor. O filmi görse o yapmaz. Ama film ona gösterilmediği için yapıyor. O sahne geldiğinde onu yapar. Şirk koşmamak çok önemli. Şirk yanlış biliniyor işte adam put yapar tahta yontar karşısına geçer tapar. Bu çok nadir rastlanan bir şey çok nadirdir bu. Asıl nefsini putlaştırıyor, kendini putlaştırıyor. Kendi aklını ve cismini putlaştırıyor. Her şeye hakim olduğuna inanıyor, gücün Allah’a ait olduğuna inanmıyor o anda. O titremeler, korkmalar hep ondan oluyor. An an Allah yaratır ama bunu çok akıllıca kavrayıp akıllıca beyninde oturtmak gerekiyor.

 

(“Sinir halinde iken edilen yemin geçerli midir?” izleyici sorusu)

Tabii olmaz. Çünkü öfkeyle söylemiş geçerli olmaz. Allah diyor “ağız alışkanlığı ile söylediğiniz yeminler geçerli olmaz” diyor ayet var. Ağız alışkanlığı birdenbire yemin ediyor yahut boş bulunuyor yemin ediyor. Mesela “valla ben bu işin içinden çıkamadım” diyor yemin ediyor yahut “valla ben bu işi beceremeyeceğim” diyor. Şimdi yemin etmiş hadi yeminini yerine getir öyle şey olmaz o ağız alışkanlığı ile yapılmış. Sinirlenme de de öyle arayı açmak için zarar vermek için yemin edilmez geçerli olmaz. Mesela diyor ki; “vAllahi seninle bir daha konuşmayacağım” diyor bu haram bu böyle yemin olur mu? Baştan çökmüş bir yemin bu olmaz. Yeminin geçerliliği yok. Öyle yemin olmaz. “Aranızda bozucu unsur etmeyin” diyor “Allah’ın yemini” Allah ayette. O zaman o yemin ne oluyor? Çökmüş oluyor geçersiz. Geçerli olmaz.

 

(Hüseyin Gülerce, Gülen’in Mehdilik iddiası konusuna değindi şunları yazdı. “Yüz binlerce insanı kendini Mehdi zannederek mağdur etmesi, hala onların direnmesini, ayağa kalkmalarını istemesi tam bir gözü dönmüşlük, insafsızlık ve ahlaksızlıktır. Etrafındaki o derin hipnozdan çıkamayan akılsızlar, inanınız Gülen’in Mehdiliğine iman ettikleri için hala ABD’yi, İsrail’i, Avrupa’yı, CIA’yi kullandıklarını düşünüyorlar.”)

Halbuki İngiliz derin devletin kucağına oturmuşlar. Homoseksüelliğin itliğin, çakallığın, İslam düşmanlığının ve şeytana uşak olmanın keskin elemanı olmuşlar. Ve ahmakça bunu fark edemiyorlar. Fark ediyorlar aslında ama anlaşmazlıktan geliyorlar. Ayrıca en büyük Mehdi karşıtı hareket Fethullah Gülen hareketidir. FETÖ hareketidir. En büyük İsa Mesih karşıtı hareket yine Fethullah Gülen harekettir. Deccalı koruyan en büyük hareket de yine Fethullah Gülen hareketidir, FETÖ hareketidir. Dolayısıyla orada anlaşılmayacak bir şey yok. Çok net ve sarih açık. Nerde Mehdi, hangi konuşmasında Mehdi’yi savunmuş? “Mehdi diye bir şey yok” diyor. “İsa Mesih’in gelişi diye bir şey yok” diyor. “Bediüzzaman da size yalan söyledi öyle bir şey yok” diyor. “Sizi avutmak için söyledi” diyor. “İslam’ın hakimiyeti diye de bir konu olmaz. İslam da hakim olmayacak” diyor. “Deccal diye de bir şey yok.” Dolayısıyla deccala akıl almaz destek veriyor. Dolayısıyla bir sahtekar ordusu şeklinde İngiliz derin devletinin alçak elemanları şeklinde ahmakça sürüklenip gidiyorlar. Ne namaz var ne oruç var ne zekat var ne Allah korkusu var. Züppelik, çakallık, kendinden eminlik. Bilmişlik, egoistlik, alaycılık, hepsinin üstünde ama en gelişmiş olanı da züppelik. Alaycılık ve züppelik bunların yakasına yapışmış. İngiliz derin devletinin zaten ana özelliği o nerede züppe varsa kendilerine çekiyorlar. Nerede çakal varsa kendilerine çekiyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de bunlar dikiş tutturamayacaklarını gördüler bittiler. Türkiye’de itlik yaptırmayız. Türkiye’yi yıkamadılar ve yıkamayacaklar. Hiçbir şey de yapamayacaklar. İt gibi de kaçtılar. Hepsi için mi diyelim? Bu işin içinde olan hepsi, kimse bu işin içinde olan bu ahlaksızlığı organize eden kim varsa, hangi alçaklar varsa hepsine diyorum.

 

Samimi Sevgiye Karşı Kimse Direnemez. Eğer Ruh Sahibiyse En Katı Kalpli İnsan Dahi Sevgi Karşısında Çözülür

Samimi sevdiğini anlarsa karşındaki bünyesi bedeni dayanamaz zaten irade dışındadır. İnsandan bir sevgi elektriği yayılır. İnsan vücudu ona dayanamaz yani kadın vücudu dayanamaz ona. Samimi sevgiye dayanamaz. Yani en katı kadın bile çözülür sevgi karşısında. Eğer ruh sahibi ise mutlaka çözülür. Ama ruh sahibi değilse ölüye gelen sevgi dalgaları etkilemez onu. Ölü bilmez onu. Ama diri ise sevginin karşısında hiçbir direnci olmaz. Yani alabildiğince alır sevgiyi. Ve sevgiye de çok güzel karşılık verir. Ama karşı tarafın samimiyeti ile orantılıdır bu. Çünkü kadın çok zeki varlıktır. Karşısındakinin samimi sevip sevmediğini hemen hisseder, anlar.

2017-11-12 06:57:42

Harun Yahya Etkiler | Basında Harun Yahya | Sunumlar | Ses kasetleri | İnteraktif CD'ler | Konferans setleri | Radyo programı / Piyesler | Broşürler| Site Hakkında | HarunYahya.net | Ana sayfanız yapın | Sık kullanılanlara ekle | RSS Servisi
Bu sitede yayınlanan tüm materyaller, Sayın Adnan Oktar’ı referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin kopyalanabilir ve çoğaltılabilir
© Sitemizde ve diğer tüm Harun Yahya eserlerinde yer alan Sayın Adnan Oktar’a ait şahsi fotoğrafların bütün yayın hakları Global Yayıncılık Ltd.Şti’ne aittir. Kısmen de olsa izinsiz kullanılamaz ve yayınlanamaz.
© 1994 Harun Yahya. www.harunyahya.org
page_top